Yaklaşık sekiz yıl önce yazılmış, yedi yıl önce Adalet Bakanlığının ve HSYK’nın duyurularına konu olmuş “bazı ilkelere” hiç uyulmadığının kanıtı günümüzdeki yolsuzluk ve yargı hakkında söylenenlerdir. İsterseniz 17 Aralık 2013 soruşturması deyin isterseniz “yargıda savaş” başlığını verin, sürekli anlaşmazlık yaratan “yargı bağımsızlığı” tartışmalarına yeniden geri dönmek endişe verici.
Soruna “yeniden geri dönmek” demek hatadır. Çünkü yargı bağımsızlığından vazgeçilmişti. Var olmanın koşulu kabul edilen bu vazgeçmeye süreklilik kazandırılmaya çalışılmış ve bu ortama bilinerek yaratılmıştı. Süreklilik, buydu. Günümüzde yaşananlar geçmişe geri dönmek değil, aksine yıllardır bilinen ve sürekli yaşanan birçok gerçeğin güncel halidir. TBMM Başkanı Anayasanın 138 inci maddesinin öldüğünden bahsediyor, eskiden Adalet Bakanlığı yapmış bir milletvekili Yargıtay’da iş gören “imam”dan bahsediyor, adı bende saklı diyor. Yargıtay adını söyle diyor. Sanki ortaya çıkan yeni olaylar yargıyı sarsıyormuş, yargı bağımsızlığını etkiliyormuş gibi yeniden konuşuluyor. Oysa şimdi olanların bir kısmı sadece günışığında.
Daha açıkçası, önce hükümet, yürütme organı olmanın dayanılmaz gücüyle, daha sonra da siyasal iktidar; yargının bağımsızlığını kendi varlığının mihenk taşı olarak kabul ederek işe başlamıştı. O zaman varlıklarını sürdürmenin tek yolu “yargı bağımsızlığı” denen ilkenin “bağımsızlığını” kaldırmak ya da teslim almaktı.
Henüz ortada 13 Mayıs 2010 günlü Resmi Gazetenin 27580 sayılı nüshasında yayınlanmış olan 07.05.2010 kabul tarihli 5982 sayılı “ Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” bile çıkmamıştı. 12 Eylül 2010 tarihli Anayasa Referandumu bile yapılmamıştı.
Yargı yoluyla denetlenmek istemeyen siyasal iktidar bağımsız yargının bağımsızlığını budamak için daha yeni işe başlamıştı… O yüzden önceki ve şimdiki günlük siyasetin olağan tartışmasından ibaret olan “yargının bu işleri” ileri demokrasinin gereğinden ibarettir. Çünkü demokrasinin adını “ileri demokrasi” koyanların yarattığı bu yargı, daha başında “bizden, sizden, onlardan, bizim, sizin, onların” yargısı olarak ayrışmıştı zaten. İstenen olmuştu. Başarılı oldular, yargı siyasallaştı.
Yargı bağımsızlığı üzerinden yapılan tartışmalar Türkiye’nin aldığı yolun bir arpa boyunu geçmediğini yeniden kanıtlıyor. Bir farkla sadece, yargı bağımsızlığı, yargıç tarafsızlığı sorunu bu gün, bütün eskilerden çok daha kötüdür. Böyle bir hukuk sistemin yarattığı sorunlar, sorunların sorumlusu olan “ileri demokrasi” dedikleri sistem içinde kalarak çözümlenemez. Önce “ileri demokrasiden” vazgeçeceksiniz. Demokrasi demokrasidir. Sadece demokrasi istemek yetmiyor. Çoğulculuğu ve yargı bağımsızlığını savunacaksınız, bu dahi yetmez aynı zamanda hayata geçirmek şarttır.
“Modern ve demokratik bir toplumda, yargının iç tutarlılığı ve manevi gücü ile yargı sistemine olan kamusal güven son derece önemlidir. Hâkim, hem bireysel hem de kurumsal yönleriyle yargı bağımsızlığını temsil ve muhafaza etmelidir”. Sekiz yıl önce yazmıştık (BİAnet. 17, 31 Ekim ve 1 Kasım 2005)
Yedi yıl önce Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü “Duyurusu” (Sayı: B.03.0.PER.0.00.00.01/100289. Tarih 14/11/2006) ile Eğitim Dairesi Başkanlığına gönderilen yazıda “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 27.06.2006 gün ve 315 sayılı kararıyla (tanımlar kısmı çıkartılarak) benimsenmesine karar verilen Bangolar Yargı Etiği İlkeleri ile 10.10.2006 gün ve 424 sayılı kararıyla benimsenmesine karar verilen Budapeşte İlkeleri’nin, yargı mevzuatı bülteninde yayınlaması hususunda gereğini arz ederim.” denilmişti. (Yargı Mevzuatı Bülteni 21.11.2006 Sayı 317)
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 27.06.2006 gün ve 315 sayılı kararıyla Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun 23 Nisan 2003 tarihli oturumunda kabul ettiği 2003/43 sayılı “Birleşmiş Milletler Bangolar Yargı Etiği İlkeleri” yargıç ve savcılara ve tüm yargı mensuplarına gönderilmişti. Sadece bu ilkeler değil, savcılar için kabul edilen Budapeşte ilkeleri de…
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun 23 Nisan 2003 tarihli oturumunda 2003/43 Sayılı “Birleşmiş Milletler Bangolar Yargı Etiği İlkeleri” olarak kabul edilen bu ilkeler yargıçlara yönelik “meslek ahlakı standartlarını” oluşturmak niyetiyle tasarlanmış ilkelerdir.
13 Ekim 1994 tarihli 518 inci toplantısında kabul edilen Hakimlerin Rolü, Etkinliği, ve Bağımsızlığı Konusunda Avrupa Konseyi Üye Devlet Bakanlar Komitesi Tavsiye Kararı (R-94/12); AİHS’nin “herkes, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, âdil ve açık bir yargılamayla görülmesini isteme hakkına sahiptir” ilkesini içeren 6. maddesine dayalıdır. Amaç demokratik ülkelerde “Hukuk Devleti” ilkesini güçlü kılmak için hâkimlerin bağımsızlığını geliştirmektir.
Dolayısıyla yargı bağımsızlığı sadece laftan ibaret değildir. Yargı bağımsızlığa inanan yargıçların, savcıların, avukatların ve herkesin ortak inancı olmalıdır. O takdirde yürütmenin ve yasamanın engellenemez bir ihtirasla istedikleri “yargıyı ele geçirme” gayretleri ortadan kalkabilir. Yargıyı ele geçirmeyi eğer yürütme organı istemişse yürütmenin ve kim istemişse böyle bir istek onların utancı olmalıdır. Sorun sadece yargı bağımsızlığı değil, bunu yaratıp yaşatacak olanların da onur sorunudur. Bu onura sahip olanlar yargı bağımsızlığına sahip çıkmalıdır.
Bu yüzden hakkında “iddialar” ileri sürülenler kimlerse, yargıda yaptıklarını anlatmalıdır. Gerçekleri herkes bilmelidir. Yargının sırrı olmaz. Yargının kahramanlara değil, “hukuka” ihtiyacı var. Yargı önce kendi içindekileri temizlemelidir, gücü varsa, kalmışsa veya istiyorsa… Hukuk yoluyla demokrasi ancak böyle bir başlangıçla kurulabilir. Ne kadar iyi oldu, herkes konuştu. Olup bitenlerin bir kısmını duyabildik. Meğer bildiklerimiz dışında neler oluyormuş, haberimiz yokmuş. Kavga çıkmasaydı öğrenemeyecektik. Ama kısa sürede barışırlar emin olun. Ortalığa saçılan gerçekler “devlet sırrı” oluverir yeniden. Zaten en kolaylarına gelen yol şudur; “olay yargıya intikal etmiştir”. Ardından hepsi sus pus olur…
Günümüzde yargı ve yargıç bağımsızlığının ne olduğuna gözlerimizle ve yaşadıklarımızla tanık olduk. Davalar üzerinden yürütülen politikalar gördük. Açılan davalar üzerinden yapılan demokrasi tartışmaları dinledik. Hukuksuzluklar demokrasi sayıldı. Ne derseniz deyin ve herkes eteklerindeki taşı döksün. Ortalara saçılmış olanlar dâhil, yargıda olup biten her şey demokratik hukuk devleti ilkelerine aykırılıkların kanıtıdır.
Yetmedi mi? Yeter ve olup bitenlere “hayır” diyorsanız, artık söz bitmiştir. Bu kadar kötüsü az yaşanırdı. Hala yaşanıyor… Yaşadıklarımız tanıklıklarımızdır, ama alınyazımız değildir.
06 Ocak 2014
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN