Ayşe ARMAN
Gazeteci Lütfiye Pekcan’dan yaşadığımız döneme damgasını vuran bir roman: ‘Oğluma Mektuplar’
LÜTFİYE Pekcan çok önemli işler başarmış değerli bir gazeteci. Ama aynı zamanda eşine çok âşık bir sevgili ve oğluna tutkuyla bağlı bir anne. Bence çok derin biri Lütfiye. Son romanı da öyle: ‘Oğluma Mektuplar’. Mutlu, onurlu ve anlamlı yaşamanın sırları üzerine yazılmış bir roman. Aşkı, ölümü, anneliği, evlat sevgisini, arkadaşlığı, kadına şiddeti, her gün biraz daha artarak tanık olduğumuz kötülükler yüzünden umutları ve hayalleri çalınan biz “ölümlülerin” hayatını anlatıyor. ‘Oğluma Mektuplar’ tüm umutsuzlukları aşmanın tek yolunun yüreği sevgi dolu, vicdanlı, dürüst ve iyi eğitim almış evlatlar yetiştirmek olduğunun ve en önemlisi bir gün hepimizin öleceğinin altını çiziyor. Ben okurken çok etkilendim, sizin de okumanız dileğiyle…
– Yeni romanın “Oğluma Mektuplar” şahaneee! İnsanın kalbine işliyor. Tüm yüreğimle seni kutluyorum…
Çok teşekkürler.
– Ölmek üzere olan gazeteci bir anne ve oğlu romanın başkahramanları. Sen de gazetecisin ve oğlun var…
Kahramanlarım benden ve oğlumdan izler taşısa da gerçek olaylardan esinlenmiş kurgu karakterler. Bir anne olarak, oğluma duyduğum sonsuz sevgi, aramızdaki gözle görülmeyen o olağanüstü bağ ve anneliğin hiç bitmeyen yürek çarpıntısı hep var. O yüzden de yazarken çok zorlandım. “Nalan gibi öleceğimi öğrensem ve ardımda oğlumu yapayalnız bırakacak olsam, ne yapardım?” diye düşünüp çok gözyaşı döktüm. Yazarken gerçek ve kurgu birbirine karıştı ve beni derinden sarstı.
– Ölümden korkuyor musun?
Eskiden sorsan bu soruya “Evet” derdim. Çünkü oğlum küçüktü ve bana ihtiyacı vardı. Şimdi korkmuyorum. Biraz zor oldu ama yazdığım bu romanla ölümle yüzleştim! Biz hepimiz hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz. “Oğluma Mektuplar” hepimizin ölümlü olduğunu hatırlatıyor. Hırslarımıza yenik düşüp yaşamın her anının tadını çıkarmazsak ölüm kapımızı çaldığında ertelediğimiz her şey için pişmanlık duyacağımızı anlatıyor. Sağlıklı olmak, hayattaki en büyük hazine, en kudretli güç. Keşke herkes sağlığını kaybetmeden bu hazinenin farkına varabilse, hayatla ilgili gündelik korkularını endişelerini bir kenara bırakıp yaşadığı anın kıymetini bilebilse…
MUTLULUK, YAŞAMDA VAR OLMA NEDENİMİZ
– Romanını “Mucizem” dediğin oğluna ve “Kalbimin sahibi” dediğin eşine ithaf etmişsin. Ve ikisine kadına şiddetin en ağırının yaşandığı ülkemizde sana verdikleri destek için teşekkür ediyorsun. Neden?
Çünkü bana göre dünyadaki en önemli şey yuvanda duyduğun huzur ve mutluluk. Eşim ve oğlum, beni güzel ve mutlu hissettiriyor. Mutluluk, bence yaşamda var olma nedenimiz. Mutluluk bize anlam katan ilişkilerde, sevgi dolu, saygı duyan ve destek olan kişilerde. Hayatta ne verirsen, onu alıyorsun. Ben eşimi ve oğlumu çok seviyorum, üzerlerine titriyorum, onlar da benim. Eşim beni desteklemese iyi bir gazeteci ve yazar olamazdım. Mutlu bir yuvam olmazdı.
– Kaç yıldır evlisiniz?
20 yıldır sevgiliyiz, 18 yıldır evli ve sevgiliyiz! Eşime âşığım ve her geçen gün aşkım büyüyor. Çünkü biz çok iyi arkadaşız. Birbirimize duyduğumuz aşkın ötesinde çok uyumlu bir ruh birlikteliği yakaladık. Birlikte yapmaktan hoşlandığımız o kadar çok şey var ki. Oğlumuzun gelişmesi için birlikte çabalamak ve birbirimizin hayatına saygı duymak aşkımızı besleyip büyütüyor.
ÇOCUĞU DÜNYAYA GETİRMEK DEĞİL ONU ERDEMLİ, VİCDANLI YETİŞTİRMEK MARİFET
– Kadına şiddete karşı durmak için annelere düşen görevler var mı?
Olmaz olur mu? Bir çocuğu dünyaya getirmek değil, onu ahlaklı, erdemli, vicdanlı bir birey olarak yetiştirmek marifet. Bu kutsal çabanın doğal kahramanı ise bana göre kadınlar. Doğurgan olan kadının, genetik olarak daha duyarlı, daha dayanıklı, daha cesur ve daha mücadeleci olduğuna inanıyorum. Bu yüzden daha vicdanlı ve erdemli erkeklerin çoğalmasının tek yolu bu bilinçteki kadınlar ve anneler. Bu roman, nesli tükenen onurlu, gururlu, centilmen erkeklerin çoğalması için de anne ve babalara yapılan bir çağrı.
– Şule Çet, Özgecan Aslan gibi kadına şiddet haberleri, hatta Sıla’nın uğradığı şiddet de var romanında. Gazetecilik edebiyatı besleyen bir kaynak mı?
Bence öyle. İlk romanımın arka kapağına, değerli sanatçı ve yazar Zülfü Livaneli şöyle yazmıştı. “Gazetecilik, bazen edebiyatı besleyen bir kaynağa dönüşebiliyor. Bu mesleği yapanların ‘haber’ olarak baktığı insan hikâyeleri, edebiyatın merceğinden geçerek roman karakterlerine dönüşüyor. Lütfiye Pekcan’ın romanından da bu tadı aldım ben.” Bu güzel sözlerin üzerine ben daha fazla ne diyebilirim ki?
ÖLEN MESLEKTAŞLARA SAYGI DURUŞU
– Romanının kahramanı Nalan gibi kansere yakalanan ve öleceğini bilen meslektaşlarımızdan da bahsetmişsin. Geçtiğimiz ay aramızdan ayrılan Gülden Aydın ve daha önce kaybettiğimiz Mehmet Ali Birand ve Ufuk Güldemir’i anlatmışsın…
Ben ölüme sayılı günleri kaldığını öğrenen meslektaşlarıma bir saygı duruşunda bulunmak istedim. Birlikte çalıştığım ve çok şey öğrendiğim televizyon haberciliğinin duayen isimlerinden Ufuk Güldemir ve Mehmet Ali Birand’ın erken ölümleri beni derinden yaraladı. Aynı şekilde, kitabımı bitirmek üzereyken, ölüm haberini aldığım kadın şiddetine karşı çok duyarlı olan meslektaşım Gülden Aydın’ı kaybetmenin de derin üzüntüsünü yaşadım. Daha ismini tek tek sayamadığım basın emekçilerine Allah rahmet eylesin ve geride kalan yakınlarına sabır versin.
(Hürriyet, 04.07.2019)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN