Post image
Venedik’de Altın Aslan Almodovar’ın

 

Mehmet BAŞUTÇU

Venedik Festivali son buldu, yönetmen Pedro Almodovar filmiyle Altın Aslan’ı kazandı. Murat Fıratoğlu’nun yönettiği film jüri özel ödülü aldı.

Isabelle Huppert’in başkanlığını yaptığı; James Gray, Agnieszka Holland, Abderrahmane Sissako, Giuseppe Tornatore ve Kleber Mendonça Filho gibi sanat sinemasının önemli adlarının yer aldığı ana jüri, prestijli yapısından beklenen ciddilikteki ödül listesiyle, kendisi de ödül almayı hak etti!

“Kendi ölümüne ortak olmak” diye de tanımlayabileceğimiz ötanazinin evrensel boyutunu, özü Avrupalı bir Hollywood yapımına dönüştürmeyi başaran Pedro Almodovar’dan önceki yazılarımda söz etmiştim. Yeni erotik sinemanın farklı tepelerine Halina Reijn’in rehberliğinde tırmanan Nicole Kidman’ın cüretkâr performansından da. Senaryo ödülü alan Walter Salles’in siyasi, adli ve ahlaki boyutlarıyla çok önemli filmi “Hâlâ Oradayım”a da genişçe değinmiştik.

Adrian Brody ya da Daniel Craig gibi rakiplerini geride bırakarak En İyi Erkek Oyuncu Aslanı’nı fazlasıyla hak eden Vincent Lindon’un “aşırı sağ-sol çatışmasında katil olan gencin sağduyulu çaresiz babası” rolündeki duyarlı kompozisyonunu keşke herkes izleyebilse…
Türkiye’den insan manzaraları…

Bu yıl, festivalin sanat sineması ağırlıklı “Orizzonti” (Ufuklar) seçkilerinde, biri kısa üç Türk filmi yer alıyordu. Ne yazık ki üçü de festivalin en son günlerinde programlandığından ancak ikisini, üstelik bilgisayar üzerinde izleyebildim. Hemen belirtmeliyim ki çok beğendim ve umutlandım.

Debra Granik başkanlığında, üyeleri arasında İranlı yönetmen Ali Asgari’nin de yer aldığı ayrı bir jürisi olan “Orizzonti” seçkisi kapsamında, önceki gece Jüri Özel Ödülü kazanan Murat Fıratoğlu’nun ilk filmi “Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri”, ne mutlu ki bu iki film arasındaydı.

Hızlı değişimini doğrudan gözlemleyemediğim memleketimizden gelen çarpıcı, duyarlı, çok boyutlu insan manzaraları, dupduru yalın bir sinema dili gerisinde birbirini izliyor; çok şeyin değiştiğini, ancak özde pek bir iyileşme olmadığını duyumsatan karmaşık bir duygu yumağı oluşturuyordu.

 

 

Kalabalık ortasındaki yalnızlık

Yönetmen ve senaryo yazarı Murat Fıratoğlu, yakın planları sevmeyen bir hikâye anlatıcısı. Kahramanlarının psikolojilerini deşmeye falan çalışmıyor. Alabildiğine mesafeli bir gözlemci olarak onları doğal ortamlarında, günlük yaşamın akışı içinde yakın takibe alıyor.

Dik kafalı, içine dönük bir mizacı olan İzmirli genç Eyüp, borç içinde bunalmakta, ailesini geçindirmekte zorluk çekmektedir. Urfa civarlarında, Siverek’te, güneş altında domates kurutma işinde ter dökerken yevmiyelerini iki haftadır ödeyemeyen Hemme ile kavga eder. Dışa vuramadığı öfkesi patlayıvermiştir. Herkes gergindir zaten… İşverenin gönülsüz temsilcisi, kendisi de sıkıntılı Hemme’nin kavga sırasında anasına küfür etmesi, bardağı taşıran damla olur. Zorlukla sakinleştirilen Eyüp kararını vermiştir. Tabancasını almak için kasabadaki evine doğru yola çıkar…

Kendine özgü gözlemci diliyle zaman zaman izleyicisine muzipçe göz kırpan, farklı bir yol filmidir gerisi. Urfa yöresinden insan manzaraları birbirini izler, tamamlar. Tarlaya geri dönerken eski motosikleti de arızalanınca, o sıcak yaz günü, kasaba ve köylerden geçerken karşılaştığı insanlar, tanık olduğu sıradan olaylar, tuhaf rastlantılar peşini bırakmaz Eyüp’ün. Yol, karmaşık bir labirente dönüşür…

Dayanışma duygusuna sahip oldukları sanılan bu kırsal bölge insanları arasında, yardım eli uzatmaktan çok, yardım istemeyi bilenler çoğunluktadır. Karşısındakini dinleyip anlamaya çalışmak yerine, kendi dert ve düşüncelerini dışa vurarak haklılığının teyit edilmesini bekleyenlerin bol olduğu bir ortamda, aile arkadaş ve komşu ilişkileri de yozlaşmıştır. Eyüp, inatçı mizacıyla, gururlu ve öfkeli tavırlarıyla, hepsinden daha yalnızdır.

(Cumhuriyet, 09.09.2024)

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN