Semrin ŞAHİN
Edebiyatın yüzyıllardır insanın varoluş serüvenine tanıklık eden bir yönü vardır. Bu kimi zaman o kadar güçlüdür ki insan ruhunun en derinlerinde gizlenen duyguları birden önümüze serer ve okurda sarsıcı bir etki bırakır. Anlar içerisinde derin anlamlar saklıdır. Bir edebiyat eseri de bu anlamları fark edecek şekilde okunmalı bana kalırsa. İşte Ahmet Tulgar “Bakmadığınız Bir Yer Kalmıştı” kitabında varoluş sancıları altında ezilen insanları ve yaşadıkları her anın içinde anlam arayışının hikâyelerini anlatıyor. Ruhsal yıkımların, diplerde barınan hazların gizli anları ete kemiğe bürünüyor. Ayrıca toplumun ahlak kurallarına karşı başkaldıran karakterlerin umursamazlıkları ve her şeye karşın verdikleri mücadeleler karşısında güçlü duruşları hemen göze çarpıyor öykülerde.
“Metro” öyküsünde anlatıcı karakter “Metnin anlamsal mekânının içinde yükselmek yazının cisminin içine inmekle mümkün olan bir şey benim için. Başımı eğip sayfaya bakarım ve anlamın içinde yükselirim” diyor. (s.57) Okumak anlamla bütünleşince amacına ulaşan bir eylem bana göre. “Metro” öyküsü de dahil olmak üzere Tulgar’ın öykülerinde anlamın içinden yükselen bir derinlik bulunuyor.
“Dermatolojik Aşklar”, “Herkes Leke”, “Pierre’in Utancı” öyküleri insanın içinde süren savaşın yansımasını sunuyor bize. Öykülerdeki atmosfer çok güçlü bu anlamda. Atmosferin güçlü olması da dilin yalınlığıyla birleşince iç yaralayıcı öyküler ortaya çıkartıyor. Her öyküyü okuduktan sonra içimi kaplayan bir sızı hissedip öykülerin gerçekçiliği karşısında irkilmekten kendimi alamadım. LGBT bireylerin yaşadığı varoluş kaygılarına değinen bu öykülerde toplumsal normları sorgulayan cesur sahneler de yer alıyor.
Son yıllarda yazarların üzerindeki siyasi ve toplumsal baskıyı göz önüne alırsak Tulgar’ın her kitabında olduğu gibi bu cesur yaklaşımını ivme kazandırarak sürdürmesi hayranlık uyandırıcı. Yazarın bu bölümleri estetik değerler içerisinde anlatmış olduğunu da söylemeliyim. Farklı bakış açısına sahip olan bu öykülerdeki atmosfer, kurgu ve anlatım dikkat çekici.
Tulgar’ın nostaljinin kapılarını araladığı öykülerinde çocukluğumuzdan, gençlik yıllarımızdan tanık olduğumuz bir kavun kokusu, tren bileti, kızartılan pirzola ya da yer yatağı karşımıza çıkarak bizi geçmişe götürüyor. Böylece yaşanmışlıklar öykülerle daha da anlamlı hale geliyor. Yazar karakterlerin hayat hikâyelerini çoğu öyküde iç konuşma şeklinde değil de diyalog içinde karakterlere anlattırıyor bu da öykünün ritmini hızlandırıyor bana kalırsa.
Öykülerdeki mekânlar da çok çeşitli. Bilecik, İstanbul, Beyrut, Niş, Moskova ve daha birçok kentte geçen öykülerin satır aralarında siyasi olaylar, iç savaş, saldırılar ve kaçışlar anlatılıyor. Bu kaçışlar çoğu zaman hesaplaşmaya dönse de intiharla ve ölümle sona eren yaşamlara tanıklık ediyoruz. Mekânlar karakterlerin yabancılığını, eğreti hayatlarını daha iyi fark etmemizi sağlayacak özenle seçilmiş. Bu sayede eril ahlakçılığın karakterler üzerindeki baskısını, bireyin korkularını, sarmal açmazlarını daha derinden hissetmemizi sağlar. İnsanlık tarihinin ırkçı anlayışla yaptığı katliamların modern zamana yansımasına değinen bu öykülerdeki Yahudi, Slav, Ermeni, Kürt veya Türk olması mazlum halkların birer imgesini oluşturuyor bana kalırsa. Adını Pierre, Rejin, Şehmus Bey, Madam Beki olması fark etmez, isimleri olmasa da bu karakterlerin yaşadığı acı insanlığın ortak acısıdır aslında.
Ahmet Tulgar’ın “Baktığınız Bir Yer Kalmıştı” öykü kitabı çarpıcı öyküleri, farklı bakış açıları, renkli karakterleriyle birkaç kez okunmayı hak ediyor.
(Birgün Kitap, 14.02.2020)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN