Her gün en az bir kadının öldürüldüğü bir ülkede, kadınları korumak amacıyla çıkarılmış bir sözleşme neden iptal edilmek istenir?
Üstelik Türkiye ilk imzalayan ülkeler arasında yer alırken, bizzat iktidar sözleşmeye sahip çıkmış, Meclis’te itirazsız tüm siyasi partiler tarafından onaylanmışken?
AKP’nin 53 kadın milletvekili neden suspus duruyor? Oysa tamamen İstanbul Sözleşmesi’nin arkasında olduklarını söylemiş, sözleşmenin iptal edilmesini onaylamadıklarını belirtmişlerdi. Şubat 2020’de bu beyanları varken şimdi neden harekete geçmiyorlar?
Kadınların hunharca katledilmesine göz yummanın ya da sessiz kalmanın ardındaki dürtü nedir?
Bu ve benzeri sorular derinlemesine analiz edilmedikçe Türkiye arpa boyu yol alamaz. Çünkü bu sadece bir kadın sorunu değil, sadece kadınların vermesi gereken bir mücadele değil. Bu artık laik Türkiye’nin bir var oluş sorunu.
Anlamak için dinci basının söylemini, ileri sürdükleri gerekçeleri izliyorum. Çünkü AKP iktidarının politikalarında bizim değil onların dedikleri etkili oluyor.
AKP’li Mehmet Metiner “Evet oyu verdiğim için pişmanım” demiş, “vekiller neyi oyladıklarını bilmeden el kaldırdılar” diye de eklemiş. Suçu kabahatinden büyük bir cümle. Ama burası Türkiye.
Konu din olunca bir de bu toplumsal değerlerimiz mavrası ile beslenince akan sular duruyor. İstemediğin, çıkarlarına ters düşen her konuda, balçık gibi üzerini sıva, kazan.
Zihniyet bu. Abdurrahman Dilipak “İstanbul Sözleşmesi, İstanbul depreminden bile daha tehlikeli” demiş “Günah şehri Pompei’nin helak olan kavminin başına gelenler bizim halkımızın da başına gelmesini istemiyorsanız, elinizi çabuk tutun” ifadelerini kullanarak…
Başka neler var?
Türk toplumunun genetik yapısının göz ardı edildiği İstanbul Sözleşmesi sonrası, aile yapımız çatırdamaya başlarken ve kadın cinayetlerinde gözle görülür bir artış yaşanırken, LGBTİ’li sapkınlar ise ifsat faaliyetlerini hızlandırdı. Sözleşmenin yürürlüğe girdiği günden bu yana boşanma oranları büyük artış gösterirken, kadın cinayetleri peşi sıra gelmeye başladı…
Bu söyleme ne dersiniz?
Tercümesi şöyle: Kadınlar öldürülüyor çünkü itaat etmiyorlar, erkeğin her dediğini yapmak istemiyorlar, çünkü boşanmaya ya da ayrılmaya kalkıyorlar, kendilerini istemedikleri, acı çektikleri bir hayata mahkûm etmek istemiyorlar. Bunları yapmasalar öldürülmezler…
Suçlu: İstanbul Sözleşmesi
Adam eşine şiddet uyguladığı için hakkında evinden uzaklaştırma kararı veriliyor. Bunun üzerine cinnet geçiriyor ve karısını, 3 çocuğunu katlediyor. Suçlu kim? Koca diyeceksiniz ama değil. Okuyorum yazılanları, savunmaları.. Suçlu: İstanbul Sözleşmesi. Çünkü aile yapısını bozuyor. Avukatı diyor ki “Delilsiz şekilde sadece kadın beyanıyla eşleri kırk yıllık evinden, yuvasından aylarca uzaklaştırmak toplumda reaksiyona neden oluyor. Evlerinin dışında kinlenen, eşine telefon etmesi dahi yasak kılınan eşlerin cinnetleri ne yazık ki hazin olaylara neden oluyor.”
Tüm mücadele var olan düzenin değişmemesi için. “Aile”, “toplumsal değerler” kadının değil, asıl erkeğin zırhı. Aile babalarının taşra kasabalarında sahipsiz küçük kızların ırzlarına geçebildikleri, tehditle sindirdikleri, sonra hiçbir şey olmamış gibi aile yaşamlarını sürdürdükleri düzenin devamı için mi?
Son kurban Fatma Altınmakas. Aile içinde tecavüze uğradı. Eşinin kardeşi tarafından. 12 Temmuz’da şikâyet etti. Tecavüzcü “sabit ikametgâh oluşu, delilleri karatma ihtimalinin olmaması” gerekçesiyle serbest bırakıldı, ama 2 gün sonra kocası talihsiz kadını öldürdü. Bu mu, yüksek değerleri olan aile yapısı..
Sözleşmenin 12. maddesinin 1. fırkasında yer alan, “Taraf Devletler, kadınların aşağı bir cins olduğu veya erkekler ile kadınlar için alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan önyargıları, örf ve âdetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesi için gerekli tedbirleri alır” cümlesine saldırıp duruyorlar. Buradaki ifadelerin eşcinselliği meşrulaştırdığı gibi ilgisiz bir savı da ortaya atmaktan çekinmiyorlar.
Bir diğer vahim gelişme de birilerinin kalkıp cinayetleri önleme yolunun dinin kısas emrine dönmek olduğunu söylemesi. Her fırsatta şeriat hukukunun bütün sorunları çözeceğini belirtmekten geri kalmıyorlar.
Kısas ilkesi, temelde bir şahsın işlediği suça eşdeğer şekilde cezalandırılması esasına dayanır. Yani bir kişi bir başkasının gözünü çıkardıysa gözü çıkartılır, dişini kırdıysa dişi çıkartılır, kolunu kopardı ise kolu kopartılır, öldüren öldürülür. Prof. Dr. Bekir Onur, kısas ahlakının gelişim psikolojisinde ahlaki gelişimin en alt basamaklarından biri olarak tanımlandığını söyledi.
Sonuç: İstanbul Sözleşmesi’nin iptali, aynı zamanda bilim ve akıldan uzaklaşmanın da en belirgin göstergesi olur.
(Cumhuriyet, 24.07.2020)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN