Meclis’te “İç Güvenlik” paketiyle ilgili görüşmeleri izliyorsunuzdur. Zaten izlememeniz mümkün değil, televizyonlar, gazeteler çarşaf çarşaf yayınlıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin her bir köşesinde yaşayanı ilgilendiren ve polise olağanüstü yetkiler verdiği ileri sürülen bu paketin görüşmeleri kavga dövüş sürüyor. Söz konusu iç güvenlik paketini bir an önce yasalaştırmak ve uygulamaya koymak isteyenler ile tepki göstererek engel olmak isteyenler adeta meydan muharebesi yapıyorlar…
Ve görüntülere baktığınızda şiddet her yönüyle hakim Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne…
Yumruklayanlar, dövenler, kürsüdeki tokmağı kafasına yiyenler, dövülenler, kürsüden itiş-kakış sırasında yuvarlanıp düşenler, oturma eylemleri, kırılan mikrofon vs… Ama tüm tepkilere, protestolara, engellemelere karşın maddeler birer birer kabul ediliyor… Bir yandan da gazetelere, “Emniyet Genel Müdürlüğü’nün toplumsal olayları bastırmak için 3 milyon adet çukur uçlu mermi sipariş” ettiği yansıyor…
“İnsan bedenine girdikten sonra çok daha geniş bir delik açan ve büyük hasar bırakan” mermilerin siparişini Meclis gündemine taşıyan İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Fransa’da polisin Hollow Paint denilen mermileri kullanması yasaklanırken neden Türkiye’de kullanılmak istendiğini Başbakan Davutoğlu’na soruyor. “Birçok ülkede tartışma konusu olan ve insan hayatını tehlikeye atacak bu mermilerin sipariş edilmesinin gerekçesi” nedir diyen Tanrıkulu, Davutoğlu’na ayrıca şu soruları yöneltiyor:
“Polislerin çukur uçlu mermileri silahsız göstericilere karşı kullanması durumunda hangi cezalar verilecektir? Polislerin bu mermileri kullanmaları kim tarafından denetlenecektir. Polislere mermileri kullanma emri kim/kimler tarafından verilecektir? Mermiler hangi hallerde kullanılacaktır?”
Hal böyleyken, Meclis’teki şiddet görüntüleri ayyuka çıkmışken toplumsal cinnet geçiren ülkemizi sizce şiddetten arındırmak mümkün mü?
Hatırlayın; Gaziantep’te yeni yapılan Kartal Sanayi Sitesi’nde dükkan alamadıkları için Valiliğe yürümek isteyen esnafa, içindeki tüm kin ve nefret yüzüne yansıyan bir polisin diğer polise zorla gaz sıktırmasını. Demokratik haklarını kullanan ve seslerini duyurmaya çalışan esnafa gaz sıkmakta tereddüt eden polis arkadaşının boğazını sıkarak, karga tulumba oraya buraya çekiştirerek “sık lan sık” diye bağırarak gaz sıktırmaya çalışan polisi… Bir baş komiserin gelip gazı az sıkıyor diye yumruklamasını…
Vatandaşına gaz sıkmakta tereddüt eden polis merkeze gittiğinde de kim bilir ne şiddete maruz kaldı…
Neyse… Bu arada İç Güvenlik paketi polise geniş yetkiler getirirken kabul edilen 8. maddeyle “Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar ve diğer her türlü sis, gaz ve benzeri taşıyarak katılanların 2 yıl 6 aydan 4 yıla kadar hapis cezası ile cezalan”dırılması da kabul edildi.
Özetle bu madde yürürlüğe girdiği andan itibaren çantasında biber gazı ya da göz yaşartıcı sprey taşıyan kişi hakkında 4 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılabilecek…
Devlet elbette ki kendisini korur, kendisini koruyacak yasalar yapar, ancak vatandaşının haklarını, yaşam güvencesini de teminat altına alır… Her gün çocuklarımızın, kızlarımızın, kadınlarımızın kaybolduğu, taciz, tecavüz ve şiddete uğradığı, öldürüldüğü düşünülürse ülkemizde ne kadar yaşam güvencesi vardır insanımızın…
Okulundan evine gitmek için minibüse binen 20 yaşındaki bir genç kız evine rahatça gidemiyorsa bir ülkede yaşam güvencesinden bahsedilebilir mi?
Özgecan öldürüleli bugün 14. gün (24 Şubat)… Babası kendisini korusun diye onun çantasına da göz yaşartıcı sprey koymuştu…
Bu ülkenin huzurunu, insanının mutlu, refah içinde yaşamasını sağlaması gerekenler canları istediğinde Meclis’ten istedikleri yasaları geçirirken, yönetmeliklerin, kararnamelerin yasalaşmasını sağlarken bir daha Özgecan’lar ölmesin, anneler-babalar ağlamasın diye ne yaptılar bu 14 günde? Gelecek günlerde ne yapacaklar? Yapacaklarına dair bir yansıma var mı?
Maalesef Özgecan’dan sonra daha pek çok çocuğumuz, gencimiz, kızımız kadınımız taciz, tecavüz, şiddetle karşı karşıya kaldı. Öldürüldü… Türkiye’nin çığlık çığlığa ayağa kalktığı bu günlerde kanun koyucular, kanun yapıcılar sadece devleti korumak için uğraşırken hatırlayın bu kez de Mersin’in hemen yanı başındaki Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde 19 yaşındaki A.Ş., 12 yaşındaki ortaokul öğrencisini döverek jiletle yaraladı ve minibüse bindirip tecavüz etmeye çalıştı. Daha birkaç gün önce İstanbul Eyüp’te 8 yaşındaki bir kız çocuğunu karşıdan karşıya geçirme bahanesiyle apartman boşluğuna götürüp tecavüz etmeye çalışan adam çocuğun son anda bağırmasıyla amacına ulaşamadı… Ki bu adamın daha önce de, çocuğa taciz suçlamasıyla cezaevine girdiği ve denetimli serbestlikten yararlanarak dışarı çıktığı ortaya çıktı…
Türkiye çığlık çığlığa, ama yöneticilerinin umarsız davranışı şiddeti körüklüyor…
İşte Türkiye’nin geldiği nokta…
Özgecan’dan sonra, Manisa Akhisar’da bir genç kız daha yakılarak öldürüldü. Antalya’da 19 yaşındaki bir genç kız evine gitmeyi reddettiği erkek arkadaşı tarafından saçından sürüklenip, arabadan atıldıktan sonra da arabayla üzerinden geçilmesi sonucu kafası ezilerek öldürüldü…
İstanbul Çengelköy’de bir psikopat koca, 17 yıllık karısını 52 parçaya ayırıp, parça parça çöpe attı. Maraş’ta belediyede “taşeron işçi” olarak çalışan koca 28 yaşında ve 5 aylık hamile karısını, 5 yaşındaki kızını öldürdü ve intihar etti… Ölü sayısı üç değil, dört… Daha annesinin karnında, 5 aylık cenin dünyaya gözlerini açamadan asgari ücret alan ve evini geçindirmeye çalışan babasının cinnet geçirmesi sonucu anne karnında hayata veda etti…
Bunları unutmayın, hiç birini unutmayın. İstanbul Kadıköy’de arkadaşlarıyla kar topu oynayan ve arkadaşını kurtarmak isterken psikopat esnaf tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürülen gazeteciyi de unutmayın…
Afyon’da alkollü sürücünün çarptığı, sonra da hastaneye götürüyorum, diyerek ıssız bir köy yoluna atarak ölümüne neden olduğu 17 yaşındaki lise öğrencisi Aykut Akkuş’u ise hiç unutmayalım… Oysa hastane 10 dakika uzaklıkta ve hastaneye götürülse belki yaşayacak olan Aykut’un donarak ölümü… Böyle bir şeyi yapan insan olabilir mi?
Bir hafta gibi kısacık sürede bu ve bunlara benzer pek çok acımasızca, vahşice işlenmiş cinayet yaşandı ülkemizde…
Tüm bu olaylar yaşanırken Antalya Anadolu Lisesi’nde bir müdür yardımcısının erkek öğrencilere “mine etek, tayt giyen kızları taciz edin” talimatıyla sarsıldı Türkiye… Üstelikte kendisi de bir kadın olan eğitmenin, okul yöneticisinin!..
Ülkemizde böylesine yozlaşmışlıklar ve vahşetler yaşanırken yaşam hakkı güvencesinden bahsedebilir miyiz?
Elbette ki bahsedemeyiz…
İyi haftalar
Umut Vakfı
YORUMLAR(2)
SİZ DE YORUM YAZIN