Post image
Toplumsal yaşamda kadına biçilen rol

 

Canel ARSEL

Yıllarca Türk sinemasının kalbi Yeşilçam Sokağı’nda attı. Cep telefonunun, sosyal medyanın olmadığı yıllarda, sokağın kahvehanesinde toplanan özellikle yan rol oyuncuları, kahveye gelecek bir telefonla yeni bir filme çağrılmayı bekler, günü öyle geçirirdi. Ömrünün son yıllarında tanışma şansım olan Sami Hazinses’ler, Hikmet Taşdemir’ler, Sırrı Elitaş’lar ve nice kıymetli oyuncudan ne anılar dinlemiştim. Unkapanı ise müzik sektörünün kalbinin attığı yerdi. Hâlâ kırıntıları kalsa da nefes almaya çalışıyor.

Her iki sektörde de çok emek harcandı ve çok güzel işler yapıldı. Fakat bunun yanında kimi hassasiyetler de gözardı edildi. Birçok filmde kadının hep aşağılanan, korkak, güvenilmez kişilik olduğu; erkeğin ise mert, cesur, olduğu söylemi kullanıldı. Edebiyat ve resim sanatında bu tarz çalışmalar yok denecek kadar azken Yeşilçam ve Unkapanı kadına yaklaşımda daha hoyrat davrandı. “Erkek gibi mert ol” mesajı veren onlarca film ve yine türkülerde, şarkılarda, “Ya benimsin ya toprağın”, “Resmine bir mermi çaktım” diyen tedaviye muhtaç onlarca sözle, vahşi karakterli tiplerin ortaya çıkmasına katkı sağlandı. Zaten feodalitenin dayattığı ve gencecik yaşında “Kol kırılır yen içinde kalır”, “Kocandır, döver de sever de” gibi erkek egemen bir yaşam tarzının kültürel baskısıyla yetişen kadın ise yaşamın olağan akışının da öyle olduğunu düşünmeye zorlanıyor.

GEÇMİŞTEN GERİDE OLMAK

Kadını bir meta gibi gören zihniyet, yaşamın her alanına etki ederken kadın da bütün bunlara katlanmak zorunda kalıyordu. Sonuç olarak dört duvar arasında gerek çocuklar yüzünden gerek ekonomik bağımlılık gibi nedenlerden erkeğin zulmünü, eziyetini çeken kadın, kendisine zehir olan bu yaşama katlanmaya çalışmaktan başka bir şey yapamazdı. Cesaret edip her şeyi göze alarak baba evine dönenler ise “El alem ne der” gibi nasihatler alıyor ve tekrar götürülüp celladına teslim ediliyordu.

Empati kurmayı, sevgi, ve saygı göstermeyi beceremeyen erkek, kadına hâkim olmak için her geçen gün şiddetin dozunu artırırken çözümü bu ilkellikte arıyor. Eğer olur da kadın, bütün bunlara rağmen başkaldırıp kendi ayakları üzerinde durmaya çalışırsa da erkek bu şiddetin dozu artırıyor hatta cinayet işliyor. Tam bir korkaklık ve acizlik.

Yüz yıl önce yüce önder Atatürk’ün kadına verdiği haklara ve gösterdiği saygıya bakın, bir de bugün geldiğimiz duruma bakın… Son demde, gericiliğin en korktuğu şey çalışan ve kültürlü bir kadındır. Cinsiyetin değil, insan olmanın erdem olduğu bilincine varmış bir kadın çağdışı kafaların kâbusudur. Her sabah yeni bir kadın cinayeti haberiyle uyanmamak dileğiyle.

(Cumhuriyet, 22.06.2024)

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN