Post image
Topluma ayna tutan kadınların öyküleri

Meltem DAĞCI

Yaşadığımız toplumda kadına verilen değerde nasıl bir zihniyetle karşı karşıya kaldığımızı bu zamanlarda gördük. Kadının ruhunda açılan yalnızlık, kapanması zor görünen yaralar, kendi öykülerinde adları geçen kadın karakterleri okuduk. Bu öykülerin bütünlüğünde ise cinsel tacize, saldırılara, şiddete, tecavüze maruz kalan kadınlara değiniyor Semrin Şahin.

Alakarga etiketiyle yayımlanan ve üçüncü öykü kitabının ana izleği kadınlar olan ‘Gece, Kediler ve Sessizlik’e dair Semrin Şahin’le söyleştik:

topluma-ayna-tutan-kadinlarin-oykuleri-257839-5

» Kitaptaki ilk öykünüzün adı ‘Kaplumbağa’ ve aynı zamanda Cemil karakteri ile bize çağrıştırdığı durum tecavüzdür. Ormanın koyu gölgesinde erkeğin bacağına değen ısırganların alev aldığı yerler yanıyor mudur halen?

Isırganlar yüreğimizdeki yangını sadece içselleştiriyor öyküde. O yangın bizim içimizde aslında. Kadın ya da erkek değil muhatabım; insan. Her tecavüz olayından sonra çocukların çığlıkları olalım diyoruz, bu yönde farkındalık oluşturmaya çalışıyoruz. İşte o an ısırganlar dağlıyor içimizi. Tacizlerin, tecavüzlerin, şiddetin üstü örtülmesin artık. Bu bizim toplumumuzun kanayan yarası, sorunun yanıtına gelince evet, alev ateş yanıyor yüreğimiz. İşte o an yanmayı geç, kanıyor yüreğim.

» ‘Kırmızı Şekerler’ öykünüzde bir düşük, iki gebelik yapan ve annesine çok düşkün bir kadın vardır. Mutsuzluktan doğan bir ölüm korkusu sarmış kadının direkt gittiği yer annesinin yanı oluyor. Annesine gidip sarılmayı, çocukluğunun koktuğu yatakta uyumayı özleyen kadın, kurtuluşu, avuntuyu ve ümidi annesinde bulacağı inancı vardır. Anne evleri bir anlamda sığınak yeri midir?

Hayat boyunca en zorlandığımız anlarda bizi en yalansız ve çıkarsız seven insanlara koşarız. “Anne” diye ağlamadık mı hepimiz. ‘Kırmızı Şekerler’ öykümde de çocuk sahibi olamayan bir kadının, avuntuyu annesinde bulması kadar doğal bir şey yok. Çocukluğunu arıyor orada. Hepimiz ara sıra da olsa o çocukluğun izlerinde dolaşmadık mı? Hayat bu kadar basit değildir ama. Bize oynadığı nice oyun vardır ve bizlerin güçlü olması gerekir. Her insan bu gücü içinde keşfettiği müddetçe bir sığınak aramasına gerek kalmayacaktır.

» Aynı öykünüzle ilgili bir soru daha düşüyor aklıma. Sofranın etrafında eşinden ayrılan, yeniden nişanlanan, şiddet gören kadınların durumları konuşuluyor. Peki, ‘Kırmızı Şekerler’ yani antidepresan ilaçları kadınları mutlu etmeye yetti mi?

Biz kadınlara toplum olarak hep zavallı yaratıklar olarak baktık. Kadının duygusallığını hep psikolojik nedenlere dayandırdık. “Neden mutsuzsun?” diye sormadık. Şeker gibi antidepresan kullanan kadınlar var günümüzde. Sorunu temelden çözmeye değil bizi uyuşturup unutturacak şeylere yöneliyoruz kadınlar olarak. Güçlü kadınlar yetiştirmek boynumuzun borcu.

» ‘Sen Büyüyünce’ öykünüzdeki kadın karakter, çocukluk yaşlardaki yaşadığı cinsel taciz olayını anımsıyor. Kendi kızının saçlarını okşayarak “Sen büyüyünce konuşuruz” diye söylediği bu durum için kadın olmak halen zordur değil mi?

Elbette kadının kendi yaşadığı taciz olayını kızına anlatması kadar zor bir şey yoktur. Belki büyüyünce kızına bunu hiç anlatmayacak, belki de ona anlatıp onun bu tehlikelerden uzak durması için ders almasını sağlayacak kadın. Şurası var ki kızından güç alıyor. Biz toplum olarak hep oğlumuzdan güç alırız. Bir şeyler kırılmalı artık toplumda.

» “İnsanlar böyleydi işte; zamanı geri çeviremeyip o anın etrafında asılı kalırlardı.” “Kahverengi Bir Gün” öykünüzde Betül’ün oğlu trafik kazasında, kocası ise intihar ederek ölür. İşinden istifa eden kadın öğretmen, yıllar sonra göreve dönmenin zorluklarını mutsuz, çaresiz ruh halleriyle yaşar. Dünyadan göçmüş olan ölülerin ortalığa saçtıkları anılar yüzünden mi günler kahverengi rengini alır?

Mutsuzluğun rengidir kahverengi. Bu öyküde de Betül kahverengiyle bağdaştırıyor hayatını. Geçmişin yükü omuzlarında ağırlık yaparken yeniden canlanıp hayata karışmak istiyor. Yeni başlangıçların arifesinde, geçmişin kıyısında gezinen bir kadının delilik halleridir aslında. Günlerimiz hep umuda çevrilsin ve hepimizin rengi beyaz olsun. Başka ne denir ki.

» İki arkadaşın geçmişteki anılarını tazelediği dostane bir mektubu çağrıştırır ‘Hayatın Kokusu’ adlı öykünüz. Yaşamın kokusu dağılır etrafa. ‘Güneşi İçenlerin Türküsü’nü söyleyen bu dostu bir operasyonla içeri alınır. “Evet, sevgili dostum, yakında karlar erir, ilk yağmurlar başlar. Bilirsin o koku dayanılmazdır. İşte o an kadehimi senin için, ‘şerefine dostum!’ diyerek kaldıracağım ve sen karşımda olacaksın.” Bu alıntıyla birlikte ben de yeniden sorayım o halde. Hayat bazı şeyler için bizi bekletiyor halen değil mi?

Hayat birçok şey için bekletiyor zaten bizleri. Kıvama gelmesini, olgunlaşmasını bekliyoruz. Hayat karşısında kitle psikolojisi için de aynı şey geçerlidir. İnsanın canına tak ettiği anlar vardır. İşte o andan sonra ne olacaksa olsun deriz ve şartlarımızı değiştirmek için elimizden geleni yaparız. Mücadele o an başlar içimizde. Herkes bir şeyleri beklemiyor mu zaten? Önemli olan hayatın ibresi hep güzelden ve iyiden yana olsun, gerisi boş.

» ‘İltihaplı Düşünceler’ öykünüzde paragrafların arasında bir mesaj var. Üç sözcüğü yan yana getirdiğimde “Kadına Şiddet Durmalı!” cümlesi çıkıyor. Öykünüzün sloganı gibidir. İltihaplı düşüncelerden kurtuluş her kadının en büyük arzusudur. Bu iltihaptaki irin ne zaman kuruyacaktır ki?

Evet, öykünün arasına gizlediğim bir dilekti bu benim:“Kadına Şiddet Durmalı!” Ülkemizde 100 kadından 42’si eşinden şiddet görüyor. Bu bildiğimiz oran ya bilmediklerimiz?

Ne olursa olsun ilk önce kadınların bilinçlenmesi gerektiği inancındayım. Kızların eğitimi bu yönde yapılmalı. İşte annelerin hayata bakış açısı değiştirilmelidir. Eşitlik bilincini aşılamak gerekiyor ilk önce. Sonra iki tarafın birbirine saygılı olması gerektiği öğretilmeli. Bu farkındalık oluşturularak olabilir şu anda fakat daha fazlası gerekli. Sivil Toplum Örgütleri ellerinden geleni yapıyorlar, bizler de yazılarımızda dile getiriyoruz. Eninde sonunda bu şiddet son bulacak ve kadınlar daha da özgür ve eşit olacaklar. Buna inancım sonsuz.

» Son olarak, Nurgül, Neriman, Elif, Asuman, Zarife ve diğer nice kadın… Cinsel taciz ve tecavüze maruz kalan, eşi tarafından öldürülen, şiddet gören kadın karakterlerdir. Tam bir Türkiye gerçeğidir. Eril toplumun dayattıklarına karşın daha ne kadar sağa sola savrulacaktır değerlerimiz?

Her kadın her şeyden önce bir annedir. Toplumu değiştirecek olan kadınlardır. Bilinçlenmeye bu noktadan başlamak gerektiği inancındayım. Erk sistemi içerisinde işimiz çok zor kabul ediyorum. Özellikle erkek ne derse doğrudur diyen, oğlunu kızından ayırıp baş tacı yapan kadınlar olduğu müddetçe bu değişim daha da zor gerçekleşecektir. Ne olursa olsun mücadeleye devam etmek, düşünce yapımızı değiştirmek zorundayız. En büyük dileğim kadınların ve çocukların şiddete uğramadığı, daha güzel bir dünya.

GECE, KEDİLER VE SESSİZLİK
Yazar: Semrin Şahin
Yayınevi: Alakarga Yayınları, 2017

(Birgün, 14.03.2017)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN