Tuğçe MADAYANTİ DİZİCİ
Sonda söyleyeceğimi başta sormak istiyorum “Ne olacak bu sinema salonlarının hali?”
Her kaliteli yeni dizi, salgınla geçen her yeni gün seyirciyi salonlardan uzak tutmaya devam ediyor. Böylesi tuhaf ve zorlu bir dönemde sinemaya gitme alışkanlığı, sinemaya gitmeme alışkanlığına dönüşmüş durumda. İşte bu gidişat, dizi gibi gözüken, ama aslında her biri, çok uzun film kalitesinde ve özeninde olan yapımların sayısını arttırmaya devam ediyor.
Bunlardan sonuncusu The Undoing mini dizisi. HBO’nun psikolojik gerilim türündeki altı bölümden oluşan bu yeni dizisinin ilk üç bölümü Bein Connect’te gösterildi. Dizinin yaratıcısı ve senaristi Ally McBeal, Boston Legal ve Big Little Lies gibi ünlü yapımlardan tanıdığımız yetkin isim eski avukat David E. Kelley. Dizinin yönetmen koltuğunda ise Danimarkalı Susanne Bier oturuyor. Bier, yakın dönem Danimarka sinemasının en önemli isimlerinden, aynı zamanda 2011’de In A Better World (Daha İyi Bir Dünyada) filmi ile Danimarka’ya Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde ödül kazandıran isim. Başrolünü Nicole Kidman’ın üstlendiği bu yeni dizinin oyuncu kadrosu Hugh Grant ve Donald Sutherland gibi güçlü isimlerden oluşmakta.
Ayrıcalıklı hayata sahip olan ve dışarıdan mutlu görünen bir ailenin, korkunç bir olay ile hayatlarının alt üst olmasını izletirken bir yandan ‘katil kim?’ oyunu oynatmakta olan The Undoing, mizanseninin gücü ile o dünyaya seyirciyi hapsetmeyi rahatlıkla başarmakta.
MUTLU AİLE YOKTUR
Dizinin en önemli karakteri tartışmasız bir şekilde, New York’un Manhattan ilçesinde bulunan Upper East Side mahallesi. Central Park’ın hemen doğusunda yer alan bu lüks yerleşim bölgesinde yaşayanların, ırk dağılım eşitsizliği hiç değişmedi. Bugün bu bölge sakinlerinin ezici çoğunluğu hala beyaz; yüzde 78.2 beyaz, yüzde 8.6 Asyalı, yüzde 7.6 Hispanik, yüzde 2.9 siyah. Statistical Atlas’ta her mahallenin pek çok başlık altında nüfus oranlarını görebilirsiniz. İşte dizinin ilk bölümünün uzun bir kısmı, bu ayrıcalıklı beyazların hayatlarını, evlerini, zengin okullarda okuyan çocuklarını göstererek başlıyor. Çok az kişinin gerçekten arkadaş olduğu, samimiyetsizliği ilke edinmiş halleri olan bu sosyal tabakayı izlerken, yönetmenin de özenli kadraj seçimleriyle bu zümreye karşı bir tavır ister istemez oluşturuyor ve yönetmenin manipülatif ve becerikli sunumuyla onları gözlemliyoruz. Bir yandan da tekinsizlik dozunun arttığını ve hiçbir şeyin bu kadar mükemmel olamayacağından o kadar eminiz ki, korkunç bir olayın yaklaşmakta olduğunu hissediyoruz. Zaten ilk bölüm finalinde bu endişe doğrulanıyor. Diğer iki bölümde de, yatağımdaki düşman tadından sıyrılıp “Katil kim?” oyununa geçiyoruz. Ve üçüncü bölümün sonuna geldiğimizde kafamızda en az 4 katil adayı bulunuveriyor. Bu dizi ile artık ‘tutan bir formül’den bahsedebiliriz sanırım; Zengin beyaz kadın ve onun kendi dünyasını sarsan dramı. Formüle dâhil edebileceğimiz yapımlar Big Little Lies, Little Fires Everywhere, Sharp Objects ve bu formüle yakın duran Defending Jacob olarak sayabilirim.
MADONNA TABLOSU
Nicole Kidman, Hugh Grant ve Donald Sutherland son derece karmaşık ve derinlikleri olan karakterleri canlandırıyorlar. Üç oyuncunun da başkasının aklına ve bedenine erişme konusunda esrarengiz yetenekleri olduğunu bir kez daha görüyoruz. Özellikle Kidman’ın canlandırdığı Grace Fraser bir kadın olarak koca, baba ve oğul olmak üzere, hayatına farklı etkileri bulunan üç erkek karakterle çevrili ve Grace’in güçlü, kontrolü her daim elinde bulunduran babası Franklin Reinhardt (Donald Sutherland) ile olan ilişkisi en zorlusu. Dizinin sürpriz derecede göz alıcı performansı İtalyan oyuncu Matilda De Angelis’ten geliyor. Çok farklı havası olan bu oyuncu kendiliğinden seksi duruşu ile yer aldığı her sahneyi tuhaflaştırmayı ve tekinsizleştirmeyi başarıyor. Madonna tablosunu andıran, bebeğini emzirdiği ve etrafındakilerin ona doğru yönelttikleri bakışları gördüğümüz sahne için ise Susanne Bier dokunuşu diyebilirim.
İSKANDİNAV NOİR
The Undoing New York’ta geçen İskandinav Noir bir gerilim. Farklı türlerde, sarsıcı ve etkileyici filmleri olan Danimarkalı yönetmen eli pek çok sahnede hissedilmekte. Bu dizide beni memnun eden başlıca şey, drama patikasından ziyade gerilim patikasından gidecek olması. Merak unsurunu elden bırakmayan ilk üç bölümünde karmaşık karakterlerin hikâyesi ile gerilimli olay örgüsü ile eş zamanlı ilerleyerek genişlemekte. Karakterlerin neyi ne kadar bildiklerini bilmemek, seyirciye henüz ne kadar bilgi verildiğini anlamamak konusunda yönetmen ustalık seviyesinde iş çıkarmış. Şeytan ayrıntıda gizlidir diyerek izlemeye devam etmeli.
(Birgün, 14.11.2020)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN