Gülay AFŞAR
Yeni hikayesini romanla anlatıyor yönetmen Çağan Irmak edebiyatın karasularında. Geçen eylül ayında çıkan öykü kitabı Gözümden Deliler Taşlının ardından ilk romanı Ayrılış da okurla buluştu. Irmak kitabında, Batuhan ve Baturhan isimli ikiz kardeşlerin aracılığıyla tek başınalık, birlik olmak, iyilik ve kötülük kavramlarını sorgulayan.
Çağan Irmak’ın sessizliği boşuna değil… Kendi içine döndüğü dönemde sözcükler her zamankinden daha fazla yanı başında. Sinema ilk göz ağrısı, ama şimdi başka s,ulara da açılıyor. Geçen eylülde yayımladığı Gözümden Deliler Taştı adındaki öykü kitabından sonra bu kez Ayrılış adlı romanının heyecanını yaşıyor.
Çağan Irmak ile epey zaman sonra buluştuk ve araya hiç zaman girmemiş gibi kaldığımız yerden yeni hikayelerini konuşmaya başladık. Çağan Irmak bu kez ‘edebiyatın karasularında’ anlatıyor hikayelerini.
Sanatın bir disiplininden diğerine meyletmek öyle kolay olmasa da, yeni heyecanlara ihtiyacı olduğunu saklamıyor. Öykülerinde, büyüdüğü toprağın insanlarından yola çıkıyor. Bugün artık hayatta olmayan, Cigaralı Naciye, Haktan, Hüsniye Hanım, Mevta, Elektrikçi Kemal, Perizat gibi her biri sıradışı ve kendine özgü o insanların hikayelerini okurla paylaşıyor, “Ege’nin delisi” çoktur derken sevgiyle onlardan helallik istiyor.
Tek başına olmak mı, yan yana durabilmek mi?
Romana geldiğimizde ise kendi deyimiyle hemen cesaret edemiyor. Edebiyat öyle herkesin harcı değil diye düşünüyor. Yazması için ısrar edenlere uzun süre cevap vermek istemiyor. Ama bir gün aklına düşen bir hikaye neredeyse kendiliğinden zihninde bir yol buluyor. Bir sabah Batuhan ve Baturgan adında ikiz kardeşlerin isimleriyle uyanıyor. Onlar doğuştan bir ömür boyu yan yana durmak zorunda olan iki kardeş. Oysa yan yana durabilmek hiç kolay değil. Tek başınalık çoğu kez bir özlem, ama ayrılmak hepsinden zor. İşte bu temel çelişki akıldayken, Çağan Irmak Ayrılış romanında gri sularda epeyce derinlere dalıyor.
Ayın iki yüzü gibi, bir yanı aydınlık bir yanı karanlık bu hikayede kardeşlerden biri hükmeden, diğeri mazlum olabiliyor. Bir güç savaşı ya da cenk meydanı gibi mücadele hep sürüyor. Soru ise tek başına olmak mı yoksa her şeye rağmen yan yana kalmak mı?
Dijital değişimden şikayet etmiyor
Çağan Irmak, özel hayatında tek başınalığı sevdiğini söylüyor. Ait olduğu yerde, Ege’de üretmeye devam ediyor. An itibarıyla yazmanın heyecanını hiçbir şeye değişmiyor. Sinemada seyirci karşılığı olmayacak hikayelerini böylece paylaşabilmekten mutluluk duyuyor.
En son Netflix’te yayınlanan Yaratılan adlı dizi projesi ise bir istisna. 15 yü boyunca elinde tuttuğu. ama çekebileceğine inanmadığı o hikayenin diziye dönüşmesi ona göre bir sürpriz.
Üstelik “Dizi yayınlandıktan sonra hiçbir yorumla ilgilenmeyeceğim, derken geri dönüşlerin olumlu olması, düşündüğünden de ötesi. Ama eğer dijital platformlar olmasa böyle işlerin yapılamayacağını net olarak söylüyor. Bu konuda asla muhafazakar değil. Dijital değişimden korkmuyor, şikayet etmiyor, sadece uyumlanmak gerektiğini kabul ediyor. Nihayetinde, bir dönem sinema filmleriyle ve çektiği dizilerle en güzel seyirciyi yakalamış olmanın iç rahatlığım yaşıyor.
Bugün ise nitelikli içerik tercih eden dijital seyircisinin olduğunu söylüyor. Kendinden yola çıkarak, artık televizyon dizilerini seyredemediğini, ama örneğin HBO dizilerine özel bir hayranlığı olduğunu anlatıyor.
Adile filmi geliyor
“Peki sinemaya dair elinde ne var?” diye sorduğumda, senaryosunu Nermin Yıldırım’ın yazdığı Adile için yine çok heyecanlı olduğu belli oluyor. Senaryosu tümüyle başkasına ait bir hikayede yönetmen koltuğunda olmaya hazırlanıyor. Mart ayından itibaren Adile için yola çıkacaklarını şimdiden not ediyorum.
Korku filminde yaşıyor gibiyiz
Ne yaşıyoruz biz? Kadın ölümlerinin, sokakta, evde kadına yönelik şiddetin bir türlü bitmediği, aksine bir yerden düğmeye basılmışçasına, ‘daha da’ dercesine üzerimize gelen bir cinnet haline çaresizce tanıklık ediyoruz. Haberlerin ardı arkası kesilmiyor. Sosyal medyada eli yettiğince, dili döndüğünce herkes tepkisini ortaya koymaya çalışıyor, ama ne fayda! Tam bir kaos ortamı. Yetmezmiş gibi hayvan cinayetleri… ‘Kanun’u gerekçe göstererek yapılan hayvan katliamlarını izliyoruz.
“Distopik bir korku filmi senaryosu olsa bu kadar olur” diyeceğimiz bir atmosferde nefes almaya çalışıyoruz. Vicdana, insanlığa sığmayan hiçbir düzen uzun soluklu olamaz. Zulmün hükmü sonsuza dek devam edemez. Ama bedeli ağır olur. Ruh sağlığı bozulmuş, ahlaki değerlerini yitirmiş bir toplumun üzerine çöken karanlığı aralamak çok uzun zaman alabilir. Ne yaşadığımızı idrak edelim, bunun adı ‘çürüme’. Ve bu hepimizin felaketi.
Çuvaldızı kendimize batıramadığımızda, birtakım komplo teorilerine başvurmak ise kolaycılıktan başka bir şey değil. Silkinip kendimize gelelim. Unutmayalım, hem toplum hem de birey olarak yaptığımız seçimlerin sonucunu yaşıyoruz.
(Oksijen, 18.10.2024)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN