Post image
Sizin babanız ne renk?

 

Y. Bekir YURDAKUL

“Şairin hayatı şiire dâhil…” Böyle miydi Cemal Süreya’nın dizesi. Usta şairden el alıp “Kitabın adı, kapağı, arka kapağına düşülen not… Her şey, her şey o yapıta/ anlatıya dâhil işte…” desem belki de ne dediğimden çok bir merak alır sizi de. İyi de olur. Haydi, kestirmeden söyleyeyim öyleyse:

Bu düşünce; dikkatimi çeken, okumaya heves ettiğim, okumaya durduğum, o hevesle kucakladığım her kitapta çalar kapımı. Ve renklerin cümbüşü başlar: Gün olur bozarır, sararır ortalık. Bazen de gri bulutlar kaplar göğümü, hatta her yan kararır. “Emin misin bu kitapla arkadaş olmak istediğinden?

Değilse ‘birisine mi bakmıştın?’ Ya da vaktin mi bol?” desem de kendi kendime, hiç değilse şöyle bir hatırını sorarım bana doğru uzanan kitabın. Gün olur yeşile, maviye keser. Bir coşkuya batarım daha kapısında dolanırken. Kızardığı, morardığı da olur her yanın. Olmaz mı? O durumda neler olduğunu da varın siz söyleyin.

‘MAVİ BİR KELAYNAK’

Şu Benim Mavi Babam’ın haberini İzmir’de almıştım sevgili Haydar’dan. Kısacık “Babamı yazdım…” notuyla. Kitabın adını okuyunca; çok sevdiğini, hayatında derin izleri olduğunu az çok bildiğim babasını anlattığını bilmenin ötesini aradım. Beni “Haydarca” bir anlatıyı merak etmenin ötesine taşıyansa başlığa değin tırmanan “mavi” oldu.

Kapaktaki tür notunun “anlatı” oluşu kimi ipuçları taşısa da okuyacağımın bir türe sığmayacağını, sığamayacağını kestirmek hiç de zor değildi.

Her tanıştığına, “Merhaba, ben kaportacı Kel Hasan…” diyen, “güldüğünde dünya gülen, gökyüzü okulundan mezun adam”, şair oğlun gözünde “mavi bir kelaynak”tı da.

Haydar Ergülen; şiirlerinin, denemelerinin, inceleme yazılarının ve çocuklar için kaleme aldıklarının yanına öyküyü de eklemişti. İmza yerindeyse seslenişin ardından “…sonunda mavi bir kitabım oldu…” deyişi de renklerle, bu yapıttaysa maviyle dostluğunu; anlatı ya da öykü boyunca el ele yürüyeceğini söylüyordu. Beklentim o yöndeydi.

 

Desen: Murteza Albayrak

 

BÜTÜN KİTAPLARI AMA…

Ve daha ilk sayfada, “insan pek çok şey gibi babasının rengini de zamanla öğreniyor… Babamın rengi maviymiş.” iletisini alınca alıp başımı düştüm yollara; sizin de öyle yapacağınızdan kuşkum yok.

Kitaplar merak ettiğiniz iki hayat sergiliyor: yazarın sunduğu ve kendi yaşadığınız hayat. Yok, “ikincisini zaten biliyorum” vb. tümce kurmayın bence; kitapta yol aldıkça “tanıdığınız” kendinizi yeni baştan, kıyıya köşeye saklanmış, ne zamandır anımsanmayı / ortaya çıkmayı bekleyen anlarla da buluşup tanımaya başlıyorsunuz.

Yalnızca “Kel Hasan Usta”dan söz açarak yapmıyor üstelik bunu Ergülen; “bütün kitapları okumalı, bütün kitaplarda hayatınızdan bölümler, parçalar, anlar var…” diye inceden fısıldayarak yapıyor.

“Babasını anlatıyor Haydar Ergülen, tamam da nasıl?” sorumun yanıtını ararken daha ilk bölümde fark ediyorum ki Şu Benim Mavi Babam birden çok babayı (dedesini de) çıkarıyor sahneye. Üstelik yer yer başrolü de paylaştırarak. Sıklıkla (aslında her an) çocukluğunu tanıklığa çağırıyor, onu başka çocuklarla, edebiyatımızın, sanatımızın usta çocuklarıyla tanıştırıyor. Sonra çıkıp bize / size geliyorlar.

Her birinin rengini sunuyor, anımsatıyor. Duygularımızın, heyecanlarımızın, kırgınlık ve kederlerimizin, sevginin, mutluluğun rengini söylüyor; bizim de fark etmemizi, bulmamızı, duyurmamızı istiyor. Derken sahne bambaşka renklere bürünüyor. Maviyle yeşilin yer yer turuncuyla kestiği yıllarla günümüzün bomboz dünyasını hiçbir şeyi unutmadan şöyle bir gözden geçirelim dileğini seslendiriyor.

İŞİNİ İYİ YAPMAK

Dolmuştayız. Yolculardan bir sesleniyor sürücüye:

“Kapıyı tamir ettirmişsin. Eskisinden iyi olmuş.”

“E, Kel Hasan Ustanın eli değdi.”

Kitapları, çalışmayı çok sevmesi, her gün altı-yedi gazeteyi okumasının yanında Kel Hasan Usta için varsa yoksa işte bu “elinin değmesi”dir, işini iyi yapmaktır en büyük haslet.

Bir “ev mutlusu” olunca yazar, babayı anlatma yolculuğu da o oranda renklenir, boyutlanır, araya bambaşka görüntülerin sızmasını -sabır bir yana- sevgiyle karşılar. Yağmurlu bir gün; çiçeklerin, bahçelerin, çocukların, seslerin ve gülümsemenin rengi girer araya. Şarkılar, türküler görünür sahnede, şairlerle el ele yorumcular, sinemanın unutulmaz adları… Sokak oyunları, arkadaşlıklar, oyunlarda yitmeler ve onlara verilmiş renkler.

HER ŞEYİN RENGİ VAR

Renkli bir insandır artık Kaportacı Kel Hasan. Ya da şöyle: babasının bütün renklerini (Salâh Birselce söylersek) şanoya çıkarırken hem 1950, 60’lı yıllardan akıp gelen (son kırk yılda artık aramızda olmayan ama nereye gittiğini de sorup durduğumuz) insanı, hayatı, ilişkileri, birlikteliği kıyaslamaya duruyor. Ve her şeyin rengini koyuyor orta yere.

Boşa değildir renkten renge girmelerimiz, sararıp solmalarımız, kararıp kalmalarımız, mosmor kesilmelerimiz; güllerimizin açması, yeşil yeşil bakmalarımız…

Sonra babasının gönlünün, bakışının, emeğinin, meraklarının, yürüyüşünün, duruşunun rengini, renklerini…

“Hayatta ben en çok babamı sevdim…” diyen Can Yücel “çağırmış” Haydar Ergülen’i bu kitaba, dizelerin çığlığıyla. O da tutmuş göz kırpmış, ıslık çalmış, fısıldamış; aralamış çocukluğunun üstündeki ipek şalı; anıyı, öyküyü, şiiri, günceyi, denemeyi, yaşamöyküsünü bahçeye, oyuna buyur etmiş. Ve yaşamının her anının, her gününün sokaklarında, çarşılarında dolaşmaya çıkmış. Sizi de çağırıyor, haydi bırakın bilgisayarları, tabletleri, telefonları hiç değilse bir günlüğüne; koşun bahçeye. Kaportacı Kel Hasan Usta da yanında!

Şu Benim Mavi Babam / Haydar Ergülen / Günışığı Kitaplığı / 160 s. / 12+ / 2022.

(Cumhuriyet Kitap, 24.11.2022)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN