Son kırk yıldır yerli sinemaya ve dünya sinemasına ilişkin sayısız yazı… Tüm birikimlerini topladığı kitaplar… Tek tutkusu sinema değil. Yaşadığı kent, İstanbul… Pop müzik… Onlara da tutkun… Tüm tutkularını dolu dolu yaşayıp, bunları hep yazıya, kitaplara dökmüş. Dile kolay bugüne dek 54 kitabı yayımlanmış… Özetle bir tutku emekçisi…
Atilla Dorsay‘dan söz ediyorum. Ben onu, çoğu okur gibi, önce Cumhuriyet gazetesindeki sinema eleştirileriyle tanıdım. 1966’da başlamıştı, Cumhuriyet’te yazmayı neredeyse 30 yıl sürdürdü. 1972’de arkadaşlarımla Sanat Dergisi’ni kurduğumuzda, hep omuz başımızdaydı. 80’li yıllardan beri televizyonda sinema programlarıyla yedinci sanatın salt eğlencelik yanını değil, eleştirel düşünceyi, tartışmayı vurgulayan programlar yaptı. Genç eleştirmenlere örnek ve ön ayak oldu.
Son zamanlarda iki kitabını okuyordum. “Emek Yoksa Ben de Yokum!” (Kırmızıkedi Yayınları) bir kültür cinayetini belgelerle, tanıklıklarla, damıtılmış anılarla ortaya koyuyordu. “Quo Vadis İstanbul?” (Remzi Yayınları) kitabında ise son 20 yılda İstanbul’un değişimini, yozlaşmasını, parmaklarımızın arasından kayıp gitmesini ele alıyordu. “Gezi Parkı mucizesini yaratan kadın-erkek, genç-yaşlı, ünlüünsiiz tüm o harika insanlara” adadığı bu kitap bir de “Tayyip Erdoğan Portresi Denemesi” içeriyordu.
Türk sinemasının kazanımları
Daha bunları yeni okumuştum ki şu günlerde kitapçı raflarında Atilla Dorsay imzalı bir başka kitap yerini aldı. “100 Yılın 100 Türk Filmi” (Remzi Yayınları) Türk sinemasının 100. yılının kutlandığı 2014 yılına katkıda bulunuyor.
Malum, sinemamızın başlangıcı, sinema tarihçisi Nijat Özön‘un saptamasıyla yıllardır 14 Kasım 1914’e dayandırılıyor. (Ayastefanos’a -bugünkü Yeşilköy- dikilen “Rus Abidesi”nin dinamitle havaya uçurulması ve bunun yedek subay sinemacı Fuat Uzkınay tarafından filme alınması olayı.)
Kitabın yazılma amacı bence bu yüzyıl içindeki kazanımları ortaya koymak. Başlangıcından bu yana yetersiz altyapı; parasızlık; çok uzun bir dönem sinema eğitimi, sinema kültürü olmaması; görkemli Hollyvvood yapıtlarının rekabeti; kimi aydınların Türk sinemasını küçümsemesi; ilgisizlik; devletin kösteği, yasakları, sansürü… Bunlara karşın bugün geldiğimiz noktayı kıvanç verici, geleceği parlak görüyor Dorsay. “2013 yılı içinde toplam seyirci sayısı 2000’lerdeki 30 küsur milyondan 2010’lardaki 40 ve küsur milyona ulaşmakla kalmamış, geçen yıl içinde tüm rekorları kırarak 50 milyon seyirciye yaklaşmıştır. Daha da önemlisi, gişe şampiyonu olan ilk on filmin dokuzu Türk filmi olup sadece tek bir yabancı film -o da 9. sırada olarak- bu listeye sızabilmiştir. Dünyada şu anda ABD dışında bilinen hiçbir ulusal sinemaya nasip olmamış ve de olmayacak bir genel görünüm…” diyor. Oykü tadında eleştiri Elbet kazanımlar sadece seyirci sayısı açısından değil. Oyuncusundan yönetmenine, tasarımcısından müzisyenine, kameramanından teknik elemanına, bu süreçteki gelişmelere ışık tutuyor Atilla Dorsay. Klasik dönemden günümüze çok geniş bir yelpazeye yayılan çok çeşitliliğe ve zenginliğe vurgu yapıyor.
Eski yazıların bir araya gelmesi değil bu kitap. Seçtiği -ki kabul edelim çok zor bir seçim bu- filmleri yeniden izleyip, yeniden değerlendiriyor. Sonuç öykü tadında eleştiri yazıları… itiraf edeyim: “Ne sıkı arkadaşın sen, Melike!…” diye bitirdiği Yılmaz Güney‘in “Arkadaş” filminin eleştirisini okurken neredeyse gözyaşlarımı tutamayacaktım. Türk sinemasına bir saygı duruşu niteliğindeki kitap aynı zamanda hem tat alacağınız hem de bilgileneceğiniz eşsiz bir kaynak. Teşekkürler Atilla Dorsay.
(Cumhuriyet, 14.03.2014)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN