Münevver HACIOĞLU YILDIRIM
Psikiyatrist Doç. Dr.
Kadına yönelik bir cinayet olduğunda neredeyse tüm toplum kesimleri kadına yönelik şiddetin durması gerektiğinde hem fikir oluyor. Oysa biliyoruz ki bu çaba gerçekçi bir çözüme dönüşmüyor. Kadına yönelik şiddet bir kadın öldürüldüğünde gündeme gelmekte, hızlıca yapılan bazı değerlendirmeler sonrası yine hızlıca gündemden çıkmakta. Cinayet kadına yönelik şiddetin en ağırı olsa da görülme oranı açısından daha az rastlanan bir şiddet biçimidir. Bir sonuçtur. Şiddetin fiziksel, duygusal, ekonomik pek çok çeşidi bulunmaktadır ve bu şiddet biçimlerinin birçoğu var olmasına rağmen görülmemekte, gündem olmamakta ve toplum tarafından maalesef çoğu şiddet biçimi şiddet olarak tanımlanmamaktadır…
Neden kadınlar şiddete maruz kalıyor sorusunun toplumdaki yanıtı maalesef “… ama o kadın da” ile başlayan, faile değil kadına ya da kadere atıf yapan açıklamalar olmakta. Örneğin şiddet bir haber ise çoğunlukla “… hayat zorlukları nedeniyle cinnet geçiren bir erkek kadını öldürdü” şeklinde verilmektedir. Üstüne biraz düşününce bazı sorular akla geliyor. Niye bir kadının cinnet halinde olup bir erkeği öldürdüğü haberlerini duymuyoruz? Ya da niye bu erkekler hep evlerindeki kadının ve çocukların yanında cinnet getiriyor da örneğin işyerinde, otobüste serviste yolda cinnet getirmiyor? Bu cinnet nerede kime hangi cinsiyete geleceğini nasıl bu kadar iyi biliyor? Bir erkek neden cinnet ile başka erkekleri bu kadar sıklıkla öldürmüyor.? Şiddet, erkeğin hakkı oluyor da çok daha fazla sıkıntıya maruz kalan kadınların böylesi bir davranışı olmuyor. Bu duruma çok güzel bir örnek kadına yönelik şiddetin araştırıldığı bir çalışmada yer alan bir kadının sözlerinde gizli aslında: Kadın yıllardır kocasının öfkesini kontrol edemediği için kendisine şiddet uyguladığını düşünüyordu. “Bir gün eşim kendisine yeni telefon almış yine bana sinirlendi telefonu tam bana fırlatacaktı ki yeni olduğunu fark etti ve onu kenara koyup bana vurdu. O zaman anladım ki aslında ne yaptığını çok iyi biliyordu. O zaman kontrol edemediği bir öfke değil kontrol etmek istemediği bir öfke var diye düşünmüştüm” diyordu. Yani cinnet ya da öfke yeni bir telefona zarar verme söz konusu olunca kontrol edilebiliyordu.
Şiddetin en ağır şekli cinayetlerin neden olduğu sorusunun peşine düşünce görüyoruz ki; cinayetler buzdağının suyun üzerinde kalan kısmı. Asıl mesele görülmeyen kısım. Çünkü buzdağının altında kalmış olan ve şiddeti besleyen nedenleri görmeden şiddeti ve cinayetleri önlemek mümkün olmaz.
Kadının erkekle eşit olmadığı, kadının aciz, güçsüz, muhtaç mecbur görüldüğü her yer kadına yönelik şiddeti besleyerek büyütüyor. Kadın ve erkek eşitsizliğinin olduğu her yer şiddetin oluşmasına neden oluyor. Eşitsizlik kabul gördükçe fark etmeden cinayetlere kadar varan şiddet beslenmiş oluyor. Eşitsizlik öncelikle dilde başlıyor. Hepimizin bildiği cinsiyetçi söylemler örneğin; ‘Kadının yeri kocasının yanı’ ifadesi, ‘kadının eksik etek olması’ ya da ‘kızını dövmeyenin dizini dövmesi’ gibi. Mesela oğullar dövülse acaba bu cinayetler daha azalmaz mıydı? Bu söz ‘oğlunu dövmeyen cinayete sebep olur’ olsaydı belki cinayetler azalırdı. Bu cinsiyetçi ve erkek şiddetini kadının hor görülmesini olumlayan ifadeler kabul gördükçe ve kullanılmaya devam ettikçe şiddet beslenmeye devam edecektir. Sadece atasözleri ve deyimler değil cinsiyetçi, kadını hor gören, aşağılayan sözler şakalar küfürler de benzer biçimde şiddetin kabul görmesine, beslenmesine yol açmaktadır.
Yaşanan şiddetin adını koyabilmek, ima ile, fiziksel, sözel ya da dolaylı tehditle kadına yönelen baskı ve saldırılara şiddet diyebilmek öncelikli önemdedir. Şiddeti durdurabilmek için tüm yönleri ile şiddetin farkında olmak ve yaşanılan şiddetin varlığını kabul etmek gerekir.
Bunun yanında şiddete hiçbir koşulda izin verilmeyeceği, şiddetin kabul görmeyeceği, şiddet karşısında susulmayacağı, şiddet gösterenin bir şekilde cezalandırılacağı, şiddet görenin de her koşulda yanında olunacağının bilinmesi şiddeti önleme gücü taşır.
Ne yazık ki kadına yönelik şiddet haberleri her geçen yıl bir önceki yıla göre artmaktadır. İstatistiklerde kadına yönelik şiddetin artmadığı tek yıl İstanbul Sözleşmesi’nin imzalandığı 2011 yılıdır. Sözleşme ile kamusal alanda şiddeti önleme niyetinin var olması şiddeti durduramamış olsa da azaltmıştır.
Kadına yönelik şiddetle en etkili mücadeleyi şu an kadın örgütleri yapmaktadır. Kadınlar birlikte güçlenmekte, birlikte mücadele etmektedir. Şiddetin önlenmesi hedefleniyorsa kadınlar en önemli yol göstericiler olacaktır.
(Birgün, 25.11.2023)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN