ŞENAY EROĞLU AKSOY
Yazar Türker Ayyıldız öykülerindeki karakterlerin karamsa, ama kötümser olmadığını söylüyor ve ekliyor: “Gece yaşadığı o korkunç cinnetin ardında bahçenin bir tarafına sardunya ekmeyi düşünecek kadar güzel insanlar…”
‘Vapurlara Küsmek’ adlı dosyasıyla 2011 Orhan Kemal Öykü ödülünü alan Türker Ayyıldız’ın öyküleri Kitap-lık, Notos, Varlık dergilerinde yayımlandı. Ayyıldız’ ‘Vapurlara Küsmek’ adıyla basılan ilk kitabındaki sıcak ve yalın anlatımıyla okurunun zihninde yer eden isimlerden oldu.
. ‘Vapurlara Küsmek’ten sonra yayımlandı Şikeste. Kırılmış, kırık anlamı taşıyan şikeste sözcüğü ve öykü kahramanlarını yan yana koyunca kırık hayatlar mı anlattıkların?
Zaman çok hızlı. Vapurlara Küsmek’le Şikeste arasında pozitif anlamda değişen bir şey yok memlekette. Aksine daha çok ezilmiş, kırılmış, yenilmiş, bozguna uğramış, itibarsızlaştırılmış, yoksun bırakılmış bir coğrafya var. Sokağın, hayatın rengi bu. Hani kitap bütünlüğünü sağlamak amacıyla denk getirilmiş yaşamlar olsaydı keşke. Biraz ütopya, biraz sarhoşça olsaydı. Nuh’un dediği gibi “Rüya olsaydı” keşke.
. “Bozkırın orta yerinde hiç kimse bir şey kazanmamıştı oysa” diye bitiriyorsun Şikeste öyküsünü. Sence taşra, yoksulluk ve kırık olmak arasında nasıl bir bağ var?
Uzun süredir İstanbul’da yaşıyorum. Ama içimde bir yer hep taşralı. Araba kullanırken örneğin, birine kızdığımda içimde konuşan şive oralı. Kimilerine göre öyle değildir ama benim taşram biraz cavlak sanırım. Çok güneşli, çok ayazlı. Bir yanıyla çırılçıplakken, çokça da içe kapanık. Bu kapanıklık “kazanmayı” fazlaca bireyselleştiriyor.
. Taşrayı nasıl tanımlıyorsun?
Benim tarifim ise Şikeste’nin ilk sayfalarındaki gibi; öyle sessizdir ki kasaba geceleri, tüm çocukluğunuzu havlayan bir köpekten dinleyebilirsiniz.
. Ustalıkla çizdiğin resimler, öykü kişilerinin konumlarına denk davranışları, konuşmaları, yaşamdan koparılmış ayrıntılarla bezeli; yalın ve sahici bir anlatım. Bir şiir kitabı da yayımlamış birinden bunca yalın bir anlatım beklenmez genellikle…
Asıl şiir edebi türlerin en yalınıdır. Bu yalınlığıyla da sanata yakındır. Bizde sıklıkla şiirle, şairanelik karıştırılır. Şairanelik bolca klişe, bolca arabesk, bolca dram ihtiva eder. Öyküde de sözünü ettiğimiz şeyleri kullanırsak hem metne hem okura ayıp ederiz.
. Boşa Giden Her Şey adlı öyküde, çalıştığı inşaatta geçirdiği kaza sonucu öldüğünü öğrendiğimiz, güvercin beslemekten başka tutkusu olmayan bir kahramanın hikâyesine karısının gözünden şahit oluyoruz. Kadınlar erkek egemen kültürün, erkekler de sistemin mağdurları mı?
İç içe geçmiş her şey; İdris iş kazası, Safiye’nin boşa gitmiş hayatı. Erkek egemen dünya bizim gibi ülkeler için sistemin bir parçası. Hoş, sistemin bizlere kadın, erkek, çocuk, siyah, beyaz gibi baktığını da düşünmüyorum. Tabii bir de bu öyküdeki karakterlerin Bulgaristan’dan zorunlu geldiğini düşünürsek, pek çok parametre de devreye girmiş oluyor.
. Öykülerinin hemen hemen tamamı erkek kahramanların gözünden aktarılıyor. Erkek dünyasını iyi tanıyorsun, bu dünyayı anlatma isteği bir tercih mi? Sistemli bir tercih değil. Görme biçimimle alakalı olabilir. Yahut öyküyü ilk kendime anlattığım için kulak dolgunluğunun yansıması da diyebiliriz. Boşa Giden Her şey adlı öyküde de Safiye’yi anlatmak istemiştim, elimden kaçıverdi. Aynı şekilde Şikeste öyküsünde de asıl öykü kahramanı sadece iki kez öyküde görünen kadındır. Karakterin öyküye kattığı yoğunluk tam da buradadır.
. 12 Eylül’ün geride bıraktığı sancılar da öykülerin önemli ayrıntılarından…
Bence yüzleşemedik bir türlü. Unutursak, söz etmezsek geçer sandık. Geçmedi maalesef hatta sistemli olarak genişledi. “Ama umudu var büyük insanlığın.”
. Genellikle kaybeden, düzeni bozulan, yaralanmış insanlar geziniyor öykülerde, fakat şaşırtıcı bir kabullenmişlik içindeler. İçine düştükleri olumsuzluklara çabuk teslim oluyorlar. Kahramanların umutsuz mu?
Bence değiller. Yaşamın sıradanlığını kabul etmişler ama umutlular. Karamsarlar ama kötümser değiller. Belki kalan her şey öyle ama onlar öyle değil. Gece yaşadığı o korkunç cinnetin ardında bahçenin bir tarafına sardunya ekmeyi düşünecek kadar güzel insanlar.
. Son Öykü’de “Değişmeyen bir yerin bu denli yabancılaşması garipti” diyorsun. Öykü bağlamından kopararak sorarsam; değişmeyen bir yer nasıl yabancılaşır?
İnsanları değişir. Küçükler büyür, enişteler, yengeler toprak olur. Geçtiğiniz tüm sokaklarda anılara çarparak ilerlersiniz. Top oynadığınız arsalara bina yapar müteahhitler. Anlattığınız her şeye kahkahalarla gülerken, bir yanınız acır içerilerde.
. Yazar, kitap ve okurdan oluşan üçlüde okuru nereye koyuyorsun? Okurlarına ne söylemek istersin?
Okur değişim içinde. Teknoloji belki ilk önce okuru etkiledi. Ama yine de kitabı yalnız bırakmayan birileri var. Ne diyeyim. İyi ki varlar, sağ olsunlar, eksik olmasınlar.
(Birgün, 05.03.2015)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN