Anna Boden ve Ryan K. Fleck ikilisini ilk kez Half Nelson filmiyle tanımıştım ve acımasızca eleştirilen bu filmi çok sevmiştim. Marvel zaten indie film yönetmenlerini bulup Marvel evreninde kendilerini göstermelerine fırsat tanımayı seviyor. Bu sebeple Captain Marvel filmi için hep olumlu düşündüm. Ancak yönetmenlerin tarzlarının bu film özelinde anlaşılmadığını söyleyebilirim. Filmin tonuna tam hâkim olamamışlar gibi geldi. Çoğu kişinin şüpheyle yaklaştığı Marvel rolündeki Brie Larson için ise söylenmeyen kalmadı. Bana kalırsa Larson gerçekten de çok iyi bir oyuncu ve üstünden kalkamayacağı bir rol olduğunu da düşünmüyorum. Bu karakteri de dört dörtlük canlandırmış. Ancak yönetmenlerden mi kaynaklı bilinmez, Larson’dan alınabilecek potansiyelin tümüne ulaşılamamıştı. Dünya çapında, Captain Marvel’dan nefret edenlerden nefret edenlerin atışmaları devam ededursun film kesinlikle kötü değil. Sadece sanki Marvel dünyasından daha ayrık duran bir havası var. Bir yanıyla ilk Marvel filmleri gibiydi de denilebilir. Hani o ne yaptıklarını henüz anlamaya çalıştıkları Captain America: The First Avenger aşamalarında olduğu gibi kaldı ki Joe Johnston bu filmde bir tık daha iyi iş çıkarmıştı yönetmen olarak.
Bu film bir yanıyla oldukça eğlenceli, ama Thor: Ragnarok veya Ant-Man filmlerindeki gibi komedi de değil. Filmde, Captain Marvel’i, iki uzaylı ırkın savaşı sırasında, geçmişini öğrenip kim olduğunu anlamaya çalışırken ve bu esnada tahmin ettiğinden çok daha güçlü olduğunu keşfederken tanıyoruz. Brie Larson çok yönlü oyunculuğu ve kendine has tavırları sayesinde karakter ile arasında en ufak bir yabancılık hissettirmiyor. Uzayda Skrull ile dövüşürken de Nine Inch Nails tişörtüyle 90’larda motosiklet kullanırken de karakterine sahip çıkmayı başarıyor. Filmin 90’larda geçen nostalji kısmı çok keyifliydi. Dünyaya ilk kez gelen uzaylı şaşkınlığıyla bezeli sahneler güldürmeyi başardı. Şekil değiştirme özelliği olan Skrull’ı çok yaşlı bir kadın kılığında metro içinde dayak yerken izlemek cidden komikti. Adını herkesin ezberleyeceğine inandığım Goose isimli kedi ise favorimdi. Samuel L. Jackson ve Brie Larson’ın kimyaları gerçekten tutmuştu ve bu da ikilinin sahnelerini gayet organik bir hale sokmuştu.
Gençleştirme için kullanılan CGI de-aging muhteşem ötesiydi. Bu teknikle gençleştirilen Samual Jackson’ın yüzünde bu efekti fark etmek imkânsıza yakındı; kısacası tam bir görünmez görsel efekt yapmışlardı. Zaten filmin tümünde kullanılan CGI bence çok ileri düzeydeydi. Filmin müziklerinde diğer Marvel filmlerindekilere kıyasla elektronik nüans daha fazla hissediliyordu. Ama hepsinden önemlisi Marvel filmlerinin ilk kadın ve ilk Türk bestecisi Pınar Toprak ile gurur duyduğumuzu eklemek zorundayım. Filmin finalinde siyah jenerik öncesi büyük puntolarla onun ismini görmek anlamlıydı.
Yolculuğun bir kısmı da sonudur. Şimdi hepimiz elbette 26 Nisan’da vizyona girecek olan Avengers: Endgame filmini bekliyoruz. Tabiri caizse bir el hareketiyle evreni yok edebilecek güce sahip olan Thanos ile dövüşmeye hazır güçte, kucağında kediyle uzay gemisi kullanan bir kadın kahraman izlemek paha biçilmezdi. Lakin bir Thanosçu olarak Endgame için hâlâ kafam karışık. Bu arada keşke Türkçede ‘heroine’ kelimesine yani kadın kahraman kelimesine eş tek bir kelime olsa veya oluşturulsa sonuçta erkek kahraman demiyoruz.
Bu kadın kahraman filmi vesilesiyle 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü de kutlamış olayım ve filmden en sevdiğim sahne ve alıntıyı paylaşayım. Captain Marvel, kendisine aklınca ters köşe meydan okuyan ukala, güçlü erkek komutana döner ve ‘sana hiçbir şey kanıtlamak zorunda değilim!’ der ve güzel bir yumruk atar. İyi de yapar!
(Birgün, 12.03.2019)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN