Fikret İlkiz
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ın ölümü nedeniyle geride kalanlara başsağlığı, sabır diliyorum, acılarını paylaşıyorum. Yargının ve hepimizin acı kaybı olarak gördüğüm ve herkesi çok tedirgin eden ölümlerin bir daha yaşanmaması ve hiç kimsenin acılar içinde kalmaması herkesin ortak dileğidir.
Türkiye’yi sarsan İstanbul Çağlayan Adliyesindeki ölümün/savcıyı rehin alan militanların öldürülmelerinin nasıl gerçekleştiği hakkındaki soruşturma, kuşkuya yer vermeyecek biçimde bütün açıklığıyla tamamlanmalıdır. Bu olayın aydınlatılması hukuki ve can yakıcı bir sorundur.
Medyaya sansür getirmekle, yayın yasağı koymakla uğraşmayın. Başa çıkamazsınız ve gücünüz yetmez zaten. Ölümlerin hukuku nedir? Bu soruyu yanıtlayalım.
Sakın ölümden sorumlu tutan bir anlayışla ve buyruklarla avukatlara saldırmayın. Saraylarınızın güvenliğini sağlayamadığınız için adliyedeki ölümlerin sorumlusu avukatlar değildir.
Avukatların potansiyel suçlu olarak hedef gösterilmesinin hiçbir yararı yoktur. Avukatlar savunma makamıdır. Gücünü demokratik hukuk devletinden ve savunma hakkına olan inancından alır. Bağımsızdır ve hiç kimseye, hiçbir güce boyun eğmez. Bunu bir kenara yazın ve aklınızda tutun. Avukatlar herkesin temel hak ve özgürlüklerini korur. Avukatların karşısına dikeceğiniz polis gücü ve kalkanlar bir işe yaramaz. Çünkü avukatlar insanların baskıya karşı hukuk yoluyla direnmelerinin ve onları zulme karşı korumanın savunucularıdır.
Nereden gelirse gelsin baskıya karşı direnişin mimarları olan avukatlarla uğraşmayın, işinize bakın. Yaptıklarınızın ve yapmadıklarınızın hesabını bir gün avukatlar sizden sorduğunda, hesap verebilecek kadar hukuka ve hukukun üstünlüğüne bağlı kalmaya çaba gösterin. Asıl işiniz budur.
O zaman adliye Sarayınızın tam ortasındaki ölümün hukuku nedir?
Güvenlik güçlerinin gücü ile öldürülmenin ve/veya ölümün hukuki meşruiyeti var mıdır?
AİHS’nin 2/2 maddesi devlet görevlilerinin kendilerini ya da başkalarını hukuka aykırı şiddete karşı korumak için güç kullanmalarına izin verir. Ama bu güç başkalarını veya kendini savunmak için mutlaka gerekli ise kullanılmalıdır.
AİHS’nin 2. Maddesindeki düzenlemeye göre herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez. Kuvvete başvurmanın kesin zorunluluk haline gelmesi sonucunda ölüm meydana gelmişse bu ölümün hangi hallerde “yaşam hakkının” ihlali sayılmayacağı 2. maddede yazılıdır. Kuvvete başvurmak kesin zorunluluk haline gelmelidir. Eğer ölüm “mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucu” meydana gelmişse; (a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması; (b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme; (c) Bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması hallerinde yaşam hakkı ihlal edilmiş sayılmayacaktır (AİHS Madde 2/2). Bu durumda bir “öldürmenin” hukuki meşruiyet kazanabilmesi için eylemin hukuka uygun olması gerekir. Bu dahi yeterli değildir. Ortaya çıkan eylem ve bu eyleme neden olan koşullarda kullanılan güç; iç hukuka uygun olmalıdır. Ayrıca uluslararası sözleşme gereklerinin yerine getirilmiş olması şarttır (BiaNet. İlkiz Fikret 27.10.2014).
AİHM’si “Mc-Cann, arkadaşları ve Birleşik Krallık” davasında güvenlik güçlerinin orantısız güç kullandığını kabul etmiştir. İRA’nın üç üyesi SAS komandoları tarafından Cebelitarık’ta Sokak ortasında öldürülmüşlerdir. AİHM bu operasyonda görev alan dört askerin şüphelileri vurduğu sırada, şüphelilerin çok sayıda kişinin hayatına mal olacak bir bombayı patlatacaklarına, üzerlerinde taşıdıkları uzaktan kumandayı aktive edecek hareketler yaptıklarına dair savunmaları samimi görmüştür. AİHM’si oybirliği ile bu olaydaki öldürmelerin bizatihi Sözleşmenin 2. maddesini, yaşam hakkını ihlal etmediğine karar vermiştir. Ancak, AİHM’si on oya karşı dokuz oyla, olayda gerçekleştirilmek istenen amaçla orantılı bir güç kullanılmadığını, operasyonun yaşamı koruma amacını gerçekleştirmek üzere şüphelilerin öldürülmesine gerek kalmayacak şekilde planlanıp kontrol edilmediğini tespit etmiş ve 2. maddenin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.
AİHM kararının özü çok basittir; İRA militanlarını sağ olarak ele geçirebilecek durumda olmanıza rağmen, neden öldürdünüz?
AİHM’si bu kararında; demokratik bir toplumda tehlikeli terör şüphelilerine karşı bile olsa ateşli silah kullanırken kolluk güçlerinden beklenen ihtiyatın gösterilmediğini ortaya koymaktadır. AİHM benzer bir olayda “Andronicou ve Constantnou v Kıbrıs” davasında, devletin haklı olduğuna hükmetmiştir. Gül – Türkiye davasında ise bir terör şüphelisinin apartman dairesine baskın yapan polisin kullandığı büyük çaptaki gücü orantısız bulmuş ve kendisini korumak için gerekli olan güce nazaran ağır bir orantısızlık taşımakta olduğunu kabul etmiştir.
“Nachova v Bulgaristan” kararında; “yakalanan kişinin yaşam veya vücut bütünlüğüne karşı bir tehdit oluşturmadığı biliniyorsa ve kişinin şiddet içeren bir suç işlediğinden şüphelenilmiyorsa, kendisine karşı kullanılacak muhtemel ölümcül gücün mutlaka gerekli olduğu kabul edilemez” diyen AİHM’si “ölümcül güç kullanılmaması kişinin yakalanması fırsatını kaybettirecek olsa dahi bu durumun değişmeyeceğine karar vermiştir. Yakalanmamak için kaçan bir kişiyi durdurmanın başka yolunun olmaması, potansiyel öldürücü güç kullanılmasını, özellikle de ateşli silahlar vasıtasıyla güç kullanılmasını haklı kılmaz. Bu, yakalanacak kişinin başkalarının yaşam ya da vücut bütünlüğü için tehdit oluşturduğuna dair içten ve makul bir inancın bulunduğu durumlarda da geçerlidir.
O halde herhangi bir yakalamayı gerçekleştirmek ya da bir kaçışı önlemek için mutlaka güç kullanmanın başkaca koşulları olup olmadığı araştırılmalıdır. Yakalama amacıyla veya bir kaçışı önlemek için mutlaka gerekli ise güç kullanılması meşru görülmektedir. Ama bu hukuki meşruluğun koşulları AİHM denetimine tabidir. (Yaşam hakkı için Kaynak: AİHS. DJ Harris, M.O’Boyle, E.P Bates, C.M Buckley. Sayfa 6. Bianet 27.10.2014 Fikret İlkiz)
Bütün bu öğretilere ve AİHM kararlarına göre asıl sorunu bir yana bırakıp avukatlara saldırmayın. Avukat ve avukatlık mesleği; yargının kurucu unsurudur. Adaletli bir yargılama avukatın etkin katılımıyla sağlanabilir. Hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu olan bağımsız yargı istiyorsanız eğer, yargının olmazsa olmaz koşulu savunmadır, kabul edin. Zor olacak belki ama bu gerçeği içinize sindirin. Avukatları potansiyel suçlu olarak görmeyin.
Avukatların adliyeye girişini engellemekten, polis kalkanları ile adaletin kapısı kapatmaktan ve savunmanın yargıya etkin başvuru yollarını tıkamaktan vazgeçin!
Asıl hukukun çözmesi gereken sorunun üzerinde düşünmeliyiz. Adliyenin ortasındaki ölümlerden önce; rehin alınan savcı sağ olarak kurtarılamaz mıydı ve militanlar canlı olarak ele geçilemez miydi?
6 Nisan 2015
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN