Gamze AKDEMİR
gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr
Siyasi otoritenin kıskacı, ekonomik kıskaç, dinî kıskaç, mahalle baskısı derken özgürlük ve demokrasi söylemi altında dar bir alana hapsoluyor yaşamlarımız. Emek ayaklar altında. İşçiysen hele ki taşeron işçiysen ölmek işin fıtratında! Kadınsan adın zaten yok! Çocuksan imam hatip seni bekliyor! Suçsuzsan adalet ara ki bulasın! Hele ki direniyorsan vay haline! Özlem Yüzak’ın Cumhuriyet’te yayımlanan, yurda, neoliberale, küresele çok kimlikli bir bakış açısıyla kaleme aldığı yazılarını bileştirdiği, “Kıskaçtaki İnsan ve İsyan” adlı kitabı tüm bu bağlamlarda uyuyan kitleleri olduğu kadar öfkelenen kitleleri de büyüteç altına alıyor. Özlem Yüzak ile kitabını konuştuk.
– Muhalif olmakla birlikte tek bakış açısından kaleme almıyorsunuz kıskaçları.
– Elbette, bir kere dört tane kimliğim olduğunu düşünüyorum; gazeteci, emekçi, kadın ve anne. Muhalefetimi de bu kimliklerimle yapıyor, günümüzde toplumumuzda en fazla kıskaç altında bu kimliklerin olduğunu düşünüyorum. Kıskaçların Tükiye’deki tezahürünü, son yıllarda yaşatılanları bu dört kimlikten hareketle irdelerken aynı kıskaçlarla boğuşan dünya halklarının durumunu da inceledim.
– Kitaba Stephane Hessel’in “Öfkelenin”in kitabından bahsederek başlıyorsunuz.
– O kitabı okuduğum zaman inanılmaz umutsuz bir dönemden geçiyordu Türkiye. Kıskacın içinde kendimi hissediyordum her şeyden önce. Buradan yola çıktım, yazılarımı bu gözle derledim, kurguyu onun üzerine inşa ettim. Bahsettiğim o dört kimlikteki kıskacımı bir şekilde ifade etmezsem sanki varoluşum sona erecekmiş gibi hissediyordum. 89 yaşındaki bir adam “öfkelenin” diyordu. Bireysel öfkelerimiz vardı ama örgütlenemiyorduk.
“GEZİ BİR İŞARET FİŞEĞİYDİ, DEVAMI GELMELİ”
– Öfke kimine göre geç meç ama uyandı. Artık nelerden geri dönüş yoktur, neler artık aynı değildir?
– Her ne kadar o uyanış, şu anda giderek muhalefette yani azınlıkta kaldığımız bir kesimde söz konusu gibi görünse de önümüzde yetişen nesiller var. Onlar her şeyi bir şekilde görüyorlar, görecekler ve o uyanış daha katlanarak sürecek. Buna inanıyorum. Yaşatılanların kökeni olan ve toplumun büyük kesimini kıskaç altına alan neoliberal politikalardan kurtulmak için öncelikle örgütlenmedeki tıkanıklığı aşmak zorundayız. Gezi bunun ilk kez bir dışavurumu oldu ki Gezi bir işaret fişeğiydi, devamı gelmeli. Ve beni de bu kıskacı daha net şekilde ifade etmeye yüreklendirdi.Gezi’nin evrilmesi gerekiyor.
– Bahsettiğiniz o neoliberal politikaların temel getirisi ekonomik kıskaç sosyali neye, nasıl bir yeni insana uyarlamıştır?
– Dünyada neoliberal politikalar bir yandan insana birey olarak önem verirken bir yandan öyle bir tüketim toplumu haline getirdi ki tüketim toplumu bireyin üzerine çıkmaya başladı. Ve bütün değerleri değiştirdi. Algı değişti. Algı mühendisliğiyle neoliberal politikalar insanı son hızla şekillendirdi. İnsan tüketirken kendisi tükenir oldu.
Görüyoruz, toplumun önemli bir kesiminin teslimiyeti söz konusu. Halka zayıf halka muamelesi yapılıyor. Toplum zalimleşiyor, anlayış, empati kayboluyor. Eğitimli-eğitimsiz her kesimi vuran bir sinir harbi ortamında yaşıyoruz. Güven yitti. “İyi” dönüşürken, “kötü” değişmedi.
“EKONOMİYE SALT FİNANS DİYE BAKILIYOR”
– Değişim kaçınılmazdır ama neye/nereye doğru bir değişim konusu?
– İnsana doğru olmadığı açık. Ekonominin şu fonksiyonu var; üretim biçimlerini şekillendiriyor. Üretim biçimleri de insan demek. İnsan o üretim biçimlerine göre kendini uyarlıyor. Düzensiz fabrikalaşma, kentleşme, sanayileşme, tarım toplumu olmaktan insafsızca uzaklaşma bunu getiriyor. Bunun insanda bir bedeli olmayacak mı? Kapitalizmin en vahşisinin uygulandığı Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, insan tamamen değersizleştiriliyor. Maalesef ekonomiye bu gözle değil sadece finans gözüyle bakılıyor.
– Bu bağlamda ekonomi politiği nasıl ele aldınız? Mesela geniş yer verdiğiniz taşeron konusunu hangi temel veriler ışığında yazdınız?
– Dünyanın en büyük 17. ekonomisi olmakla övünürken, dünyanın en büyük adliye sarayını ben yaptım derken, cari açık rekortmeni olmayı başardılar. Ücretlerin millî gelir içindeki payın özellikle orta sınıfın payının sürekli düştü. Taşeronlaşma korkunç seviyede, taşeron işçi sayısı on yılda üç kat arttı. 2200’ü devlet sektöründe olmak üzere 6 milyon kişi taşeron olarak çalışıyor. Türkiye gelir eşitsizliğinde OECD içinde sondan üçüncü ülke. İnsani gelişmişlik düzeyinde ise nal topluyor. Düşük ücret, güvencesiz çalıştırılmalar olağanlaştırıldı. İktidarın 4C dayattığı TEKEL işçilerinin eylemi net bir emsaldi; kısa sürede boğulduysa da… Arkasından TARİŞ İplik geldi. Tuzla tersane işçileri, demiryolu çalışanlarının durumu da farklı değildi. Taşeronlaşmada “babalar gibi satmacı” iktidar PTT’nin telefon kısmını, THY’nin çağrı merkezini de hızla taşeronlaştırdı. Fakat asıl Soma’da duvara tosladılar ve 301 can yitip gitti.
“EKONOMİ İNSANI, TAŞERON İSE AKP’Yİ ANLATIYOR”
– Nasıl ekonomi insanı anlatıyorsa, taşeron politikaları da AKP’yi anlatıyor…
– Tamı tamına… Soma, taşeron politikalarının vahşetini kimsenin gözardı edemeyeceği bir boyutta gözler önüne serdi. İşverinin siyaset ilişkisi, o ihmaller zinciri, insan hayatının ne kadar ucuz olduğu Soma’da acı şekilde idrak edildi. Sanki bir anda perde açıldı. Mecidiyeköy’deki asansör faciası da aynı politikaların ve aymazlığın sonucudur. Evet, iktidarları döneminde inşaat başta pek çok sektör gelişti ama yine inşaat başta pek çok sektör plansız ve insana, çevreye duyarsız gelişti. İşverenin ve iktidarın hırsının bedelini işçi genelde de taşeron işçiler ödüyor. Üstüne işçi eğitimsiz denilerek suç da atılıyor.
– Ve iktidarın giderek agresifleşmesi… AKP’nin agresifleşmesinin ardındaki asıl nedenini nasıl ortaya koyuyorsunuz?
– Asıl sebep; ekonominin parlak cilasının dökülmesi, açığın önünün alınamaz olmasıdır. Mesela portföy yatırımı kredi olarak her ay ülkeye oluk oluk akarken döviz yatırımının Mayıs 2013’te şıp diye kesilmiş olmasıdır. Gezi’de kükrerlerken bile asıl meseleleri patlayan top misali ekonomik kaygılarıydı.
Dünyadaki likidite bolluğu AKP’nin daima şansı olmuştur. Nereden geldiği belli olmayan bir para sürekli aktı, onun bir parça kesilmesiyle ne olduklarını şaşırdılar. Hükümet şu son döneme kadar cari açığı bir tehlike olarak hiç görmedi. Ama hâlâ en büyük tehdit cari açıktır.
Stratejik bir vizyon olmaması, günü kurtarmaya yönelik çalışılması ve bir planlama yaşama geçmediği için tıkandık. İktidar ne zaman sıkışsa küresel kriz ve dış mihraklar hep bir bahane olageldi. Gezi’de bir de “faiz lobisi” dendi. Suçlu kendileri hariç herkesti. Ve bu herkesi vurdu.
– Halkın epey bir kesimi böyle düşünmüyor ama ceplerine giren para ne kadar azılırsa azalsın inanıyor da bir yandan…
– Tabii, bedavalarla avunuyorlar. Ama en önemlisi hepsi borçlandılar. Haddinden fazla borçlandırarak AKP kendine muhtaç hale getirdi insanları.
– Son olarak Gezi’nin dünyadaki kardeşleri kitapta incelenen bir diğer başlık…
– Eş dönemli olarak Yunanistan, İspanya, Brezilya hepsi ayaklandı, direndi. Bütün dünya halklarını kapsayacak yeni bir modele, hakça bir modele ihtiyaç var. Dünyayı ve ülkeleri yönetenler değil bunu halkların talep etmesi gerekiyor. Çünkü farklı ülkeler ve kültürler olsa da halklar benzer kıskaçlarla boğuşuyor. Kitabı yazarken neoliberal sistem içinde dünya halklarını, toplumların yapılarının nasıl değiştiğini aktarmaya da çalıştım.
Kıskaçtaki İnsan ve İsyan/ Özlem Yüzak/ Kırmızı Kedi Yayınevi/ 176 s.
(Cumhuriyet Kitap, 25.09.2014)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN