AHMET ÇAKIR (a.cakir@zaman.com.tr)
Sporda şiddetin Batıda nasıl engellendiğine bizde ise nasıl önlenemeyeceğine ilişkin iki olay geçtiğimiz ay içinde peş peşe yaşandı.
Basket maçında Sırp taraftarın öldürülmesi, hem kamuoyunda pek yankılanmadı hem de ilk anda tuhaf açıklamalar yapıldı. İspanya’da yaşanan olayda ise polis ve adliyenin gerektiği gibi çalışmasının yanında Atletico Madrid kulübü olaya karışan taraftarlarla ilgili çok net önlemler aldı. Kombineler iptal edildi, ömür boyu stada giriş menedildi.
Sık sık bu tür olaylar yaşandığından haliyle hepsinin ardından ‘Nasıl önlenir?’ tartışmaları başlıyor. Sporda şiddetin önlenmesi konusunda hiçbir şey yapılamayacağını söylediğim zaman da birileri çıkıp beni umutsuzluk ve karamsarlıkla suçlamaya kalkıyor. Oysa yaptığım basit bir saptama. Yani gerçeğin fotoğrafını çekmek.
Çünkü en başta yapılması gereken de bu. Öncelikle durumu ve sorunu doğru kavramalıyız. Ondan sonra sorunun çözümü için doğru ve sağlam adımlar atabiliriz Yoksa boş konuşmayla sorunlarımızı çözebileceğimizi sanmak, dönüp dolaşıp aynı noktaya gelmek gibi bir kısır döngüye yol açar. Yaşadığımız da budur.
Aslına bakarsanız sporda şiddet sorununun çözümünden umut kestiğimizi yakın zamanda yaşadığımız acı bir olay çok açık biçimde gösteriyor. Galatasaray Liv Hospital-Kızılyıldız Eurolig basket maçında salon dışında çıkan olayda öldürülen Sırp taraftar pek ciddi bir sorun olarak görülmedi. Medya olaya sınırlı bir yer verdi.
O kadar da değil, daha ilk anda yetkililer inanılması imkansız bir açıklama yapmakta sakınca görmedi. Efendim, olayla Galatasaray taraftarının bir ilgisi yokmuş. Sırp taraftarların kendi aralarındaki kavga sırasında biri bıçaklanmış. Galatasaray Kulübü Başkan Yardımcısı Abdurrahim Albayrak da o sevimli şivesiyle “Allah’ıma şükürler olsun” diyerek bu “sevindirici” haberi kameralar önünde birkaç kez tekrarladı.
Elbette ki Sırp tarafı bu gayriciddi açıklamalara şiddetli tepki gösterdi, ama biz ona da fazla aldırmadık. Oysa uluslararası alanda başımızı derde sokacak türden yeni bir sorundu bu… Neyse ki büsbütün aklımızı oynatmadığımızı gösterecek gelişmeler oldu. Polis gerekli çalışmaları yaptı ve ışın içyüzünü ortaya çıkardı. Failler de yakalandı Bundan sonrası yargının işi.
2000’den bu yana hep laf!
Kuşkusuz başka kesimlere de çok önemli görevler düşüyor, ama bu tür şeylere fazla kulak asan yok. Sosyologlardan medyaya kadar çok geniş kesimlerin harekete geçmesi gerekiyor, fakat pek kimsenin kılı kıpırdamıyor. 2000 yılında Taksim’de iki Leeds United taraftarının öldürülmesi korkunç bir olaydı ve belki de UEFA Kupasının kazanılmasını gölgeleyecek kadar ciddi etkileri oldu Batı’da. Biz ona da fazla kulak asmadan yaşamayı becerebildik. O konuyla ilgili olarak ilgili kesimler hemen hiçbir ciddi araştırma-soruşturma gereği duymadı. İngiltere’nin Sunday Times gazetesi işin içyüzünü araştırmak üzere iki muhabirini gönderdi. Onların araştırmalarının sonuçları Hürriyet gazetesinde yer aldı. Kısaca durum şöyleydi:
Bu tür cinayetler belli taraftar grupları tarafından bilinçli olarak işleniyordu Çünkü hem bu işin kısa sürede vatan-millet meselesi haline getirilme imkanı vardı hem bu şekilde belli kişi ve gruplar önemli bir statü kazanıyordu. Yanı taraftarlar arasında mafyatik bir süreç işliyordu. Kulüplerin de bu konularla ilgili her durumda kullandıkları bir klişe imdada yetişiyordu: Üç-beş kendini bilmezin yaptığı şanlı kulübümüze mal edilemez. Veleddallin amin!
Hakkını yemeyelim: Türkiye’den de o dönemde Anadolu Ajansında çalışan bir arkadaşımız durumu araştırdı. Elde ettiği bulguları yayınladı. Onun elde ettiği bilgi ve bulgular da İngiliz gazetesinin muhabirlerininkiyle örtüşüyordu. Özellikle varoşlardaki gençliğin memleket nimetlerinden pek payını alamıyor oluşları, bu tür sorunları daha da büyütecek gibiydi. Boş verin. Allah kerim.
Ancak medyanın yaptığı başka bir iş vardı ki, sadece Türk basınında değil dünyada bugüne kadar yaşanmış medya rezaletleri içinde rahatlıkla yer alabilirdi. Öldürülen iki taraftar ile Galatasaray’ın maçta attığı 2 gol eşleştirilip “Two size” diye bir hakaret vesilesi haline getirilmişti.
Bu dehşet verici çirkinliğin üreticisi olan kişi sonrasında adeta füze gibi yükseldi necip basınımızda. Arada başka türlü bir durum nedeniyle amiral gemisinden denize atıldı, ama birileri ona sahip çıkmakta gecikmedi. Böyle bir bulunmaz Hint kumaşı elbette ki ortalıkta kalacak değildi.
Adalet nerede?
Mahkeme aşamasında tahmin edilebilecek durumlar yaşandı. Güya öldürülen iki kişinin de içinde bulunduğu bir grup bizim kızlarımıza sarkıntılık etmiş, bununla kalmayıp bayrağımıza hakarette bulunmuş ve daha tahammül edilemez bir yığın yanlış davranışları söz konusu olmuştu. Cinayeti işleyen kişiler de gerekli cezalandırmada bulunuyordu. Sanki Vahşi Batıda yaşıyorduk! Davayı izleyen İngiltere Başkonsolosluğu ve Avrupa Birliği yetkilileri birkaç kez yakınmalarını kamuoyuna yansıttı, ama fazla bir şey değişmedi
“İngiliz taraftarlar Kevin Speight ve Christopher John Loftusün ölümüyle sonuçlanan olayla ilgili 20 kişi yargılandı 13 sanık beraat ederken 7 sanık çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Davada 4 yıl 9 ay tutuklu yargılanan 1 numaralı sanık Ali Ümit Demir 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Yargıtay’ın bu kararı bozmasından sonra ikinci kez yargılanan sanıklardan Ali Ümit Demir 6 yıl 8 ay ceza aldı. Ancak 4 yıl 9 ay yattıktan sonra özgürlüğüne kavuştu. Böylece olaydan 5 yıl sonra tutuklu sanık kalmadı. Cinayetlerin sorumlularının bu kadar az cezalarla kurtulması Türk kamuoyunda da infial oluşturmuştu. Gazeteler verilen cezaları manşetlerine taşıdığı haberlerle eleştirmişti.” (kaynak: http://wwwon5yırmi5.com/haber/spor/spor-guncel/127846/ dunden-bugune-taraftar-cinayetleri.html)
İstanbul’daki olayla aynı günlerde İspanya’da benzer nitelikte üzücü bir gelişme yaşandı. Atletico Madrid-Deportıvo La Çoruna maçı öncesinde stat dışında çıkan kavgada bir taraftar nehire atılarak ölümüne yol açılmış oldu. İspanyol polisi hiç gecikmeden failleri yakaladı. Adalet de gerekli cezalarını verecek,
Belki bundan çok daha önemlisi, Atletico Madrid kulübü polis tutanaklarında adları geçen kendi taraftarlarını çok şiddetli biçimde cezalandırdı. Kombinelerin hemen iptalinden ömür boyu maçlardan mene kadar varan, stat çevresinde görülmeleri halinde bile polise teslim etme kararlılığı içindeki önlemler dizisiydi bunlar.
Buna karşılık 2000’den bu yana yaşanan korkunç olaylarla ilgili olarak kulüplerimiz ‘suyuna tirit’ denilebilecek türden üzüntü mesajları yayınlamakla yetindi. En fazla ‘şöyle yapacağız, böyle edeceğiz’ türünden o andaki öfkeyi yatıştırıcı birtakım sözler edilmekle yetinildi. Uygulamada hemen hiçbir şey görülmedi.
İspanya’da gerek polis ve adliyenin gerekse kulübün getirdiği önlemlerin eksiksiz-aksaksız uygulanacağını biliyoruz. İşte böyle yaparsanız sporda şiddeti önleme konusunda bazı adımlar atmanız mümkün olabilir. Yoksa aynı konuyu sürekli konuşur, bir arpa boyu bile yol alamazsınız. Hatta umudu tamamen kesip olayı konuşmaya değer bile bulmazsınız. Yaşadığımız da budur!
(Zaman Pazar, 7.12.2014)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN