Tuğçe MADAYANTİ DİZİCİ
Dehşet verici bir savaş atlatmış dünyanın gelecek tasvirinde mobil platformlarda yaşayan kent-devletlerin ortaya çıkışı, küçük olanların büyük olanlar tarafından ele geçirilmesi, yani kentsel Darwinizmin hâkim olduğu bir dünya tasviri ilgi çekici bir fikir.
Bu hafta yepyeni bir seri vizyona girdi. Uzun zamandır merakla beklenen Mortal Engines (Ölümcül Makineler) filmi dört ciltlik bir roman serisinin ilk kitabından uyarlandı. Yürüyen Kentler isimli bu kitap serisinin İngiliz yazar ve illüstratörü Philip Reeve için oldukça iddialı bir cümle dolaşıyor ortada; modern çağın Jules Verne’i. Serinin ilk kitabını okuyan birisi olarak bu tanıma pek katılamayacağım, ama yazarın bu serinin içinde son derede orijinal bir gelecek tasviri yaptığını ve yeni bir politik bakış açısı ve taze bir hayal dünyası yarattığını teslim etmem gerek. Yazar, savaşlarla sonunu getiren dünyanın karanlığıyla aydınlığını yan yana sunarken çevre meselesine, uluslararası politikaya girerek insan doğasını çıplak bir şekilde sergilemeyi başarıyor. Kitabın film haklarını bundan seneler önce Peter Jackson satın aldığından beri bu filmi bekliyorduk açıkçası. Zaten filmin yönetmeni ilk uzun metrajını çeken ve Jackson’ın filmlerinde sanat departmanında çalışmış olan Christian Rivers olmasına rağmen film yönetmeniyle değil senaristi ve yapımcısı olan ünlü Peter Jackson ile tanıtılıyor; Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit’in yapımcılarından Peter Jackson sunar…
Kentsel Darwinizm ve kent-devlet
Gelecekte ‘60 Dakika Savaşları’ olarak bilinen büyük savaş sonrası bugünkü dünyadan eser kalmıyor. Londra gibi diğer pek çok şehir de devasa tank paletlerinin üzerinde motorların yardımıyla ilerleyen mobil şehirlere dönüşmüş olarak yaşıyor. Şehirler bu şekilde uzun yıllarca mutlu yaşamışlar ancak film bu dönemin yani altın çağın bitişinin sonrasında, insanların barbarlara dönüşmüş olduğu halde başlıyor. Gezegeni kırıp geçirmiş dehşet verici bir savaş atlatmış dünyanın gelecek tasvirinde mobil platformlarda yaşayan kent-devletlerin ortaya çıkışı, küçük olanların büyük olanlar tarafından ele geçirilmesi, yani kentsel Darwinizmin hâkim olduğu bir dünya tasviri ilgi çekici bir fikir. Bu ilk filmde gördüğümüz en büyük mobilkent ise Londra. Londra, küçük kentleri kaynak bulmak amacıyla avlayarak yoluna devam eden baskıcı ve güçlü bir kent-devleti görünümünde. Altın çağdan yüzlerce yıl sonra Londra MEDUSA isimli eski yönlendirilmiş-enerjili silah üretmeye çalışmakta. Amaçları ise mobilkent karşıtı (anti-tractionist city) Batmunkh Gompa’daki kalkan görevi gören duvarı yıkmak.
Çocuksu distopya
Ölümcül Makineler filmi genel olarak güzel bir fikre ve sağlam bir konsepte sahip. Filmin steampunkımsı havası, sinematografisi ve savaş sahneleri oldukça iyi ancak daha ziyade çocuksu bir havası olan bu film için safkan steampunk distopik bilimkurgu demek doğru olmaz. İlk film olduğundan dolayı olsa gerek filmde karakter bazlı bir hikâye anlatılıyor. İyi ve kötünün motivasyonları son derece zayıf ve dolayısıyla arka plan yani karakterlerin başına evvelce gelmiş olayların hikâyeleri de aynı şekilde. Çok fazla karakter olduğundan olsa gerek yan karakterler fazla düz ve hikâyedeki gereksiz alt plan hikâyeler filmi boşuna uzatmış ve yorucu hale getirmiş. Kısacası bu eksikliklerle biraz daha ilgilenilseymiş iddia edilen ‘efsane yeni seri’ bu filmle ortaya çıkabilirmiş.
Yeşil gözlü canavar
Demin dediğim gibi ilk film itibarıyla yoğun karakter temelli bir film olmuş. Tarihçiler Loncası’nda çırak olan Tom ve Londra’nın başındaki kişiyi öldürmeye yeltenen Hester’ın birleşerek yaşadıkları serüvene odaklanılmış. Onları takip ederken mahvolmuş dünyayı, acımasız düzeni ve diğer değişik mobil kentleri keşfederek pek çok karakterle tanışıyoruz. Aralarından benim en çok ilgimi çeken karakter Stephen Lang’ın canlandırdığı Shrike karakteri oldu. Bu filmde gördüğümüz haliyle gözlerinden yeşil parlak ışık çıkan tamamen metalden yapılmış ve üstü deri derimsi bir tabakayla kaplı iskeletimsi görüntüsüyle benim gördüğüm en orijinal cyborg tasviri. Kendisi filmde iz süren avcı olarak karşımıza çıkıyor. Son derece ürkütücü olan sesi, görüntüsü ve merak uyandıran hikâyesiyle ki muhtemelen gelecek filmlerde bu karakterin geçmişine döneceğizdir çünkü kendisi böyle bir canavara dönüşmeden önce Kit Solent isminde Londra’da yaşayan bir arkeolog. Başlıktaki soruyu sonda da soralım ‘Ölümcül Makineler yeni Yüzüklerin Efendisi olabilir mi?’ Ben hiç sanmıyorum ama ilkinden keyif aldığım bu serinin ikicisini de ilgiyle izleyeceğim.
(Birgün, 10.12.2018)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN