Asu MARO
İnsanın canı gerçekten tek söz bile söylemek istemiyor. Kaçıncı seferdir biz bir fotoğrafa bakarak umutla bekliyoruz acaba… Bazen beş yaşında bir kızın bebek gözleri oluyor fotoğrafta, bazen 27 yaşında bir kadının şahane kahkahası oluyor. Hayat oluyor, bütün ışığıyla, rengiyle. “Haber alınamıyor” yazıyor altında. Bölgede aramalar sürüyor, umutlu bekleyiş sürüyor.
Baka baka belliyoruz o yüzü, tanıdığımız, bildiğimiz biri gibi oluyor. Her sabah kalkıp “Bugün bulunmuş olsa” diye açıyoruz sosyal medyayı, “Birden çıkıp gelmiş olsa”. Ve bir sabah “Cansız bedeni” diye başlayan berbat cümle çıkıyor karşımıza. Bekleyiş bitiyor, umut bitiyor, hayat bitiyor. Bir erkeğin karanlık bakışları alıyor yerini. “Çok sevdiği için”, “terk edildiği için”, “boşanmak istediği için”, “barışmayı kabul etmediği için”, “kıskançlık krizine girdiği için”, “kendini kaybettiği için”, “cinnet getirdiği için” kesmiş, parçalamış, kurşunlamış, yakmış bir erkeğin yüzü. Hashtag’ler alıyor. Bir isim daha, bir yüz daha ekleniyor vicdanımızdaki öldürülmüş kadınlar mezarlığına.
Şu yukarıda saydığım “bahanelerden” birini noktalı yerlere koyarak, sadece onu değiştirerek yeniden yazabilir durumdayız kadın cinayeti haberlerini. Katil yakalandığında ifadeler de zaten adeta tek tornadan çıkıyor. Önce çok sevdiği kadın kendisiyle barışmadığı için öldürdüğünü söylüyor, çok pişman oluyor. Sonra verilen akılların ışığında “Beni tehdit ediyordu, para istedi, kavga ettik, kendimi kaybettim” gibi kendini kurtaracağına inandığı bahaneler sokuyor devreye ki çocuklarını kaybeden aile bir de üstüne “Kızımızın itibarıyla oynanıyor” diye gözyaşı döksün. Suç hiçbir zaman öldürende değil, hep ölende olsun.
Sonra her sefer birileri çıksın, kadınlara şiddet görmemek için nasıl davranılacağını, nasıl erkeğin “delirtilmeyeceğini”, öldürülmemek için yapılması ve yapılmaması gerekenleri sıralasın. Başka birileri olanca iyi niyetle yine kadınlara aklı versin, “Beraber olacağınız adamları doğru seçin” desin, “Şiddete izin vermeyin ki ölmeyesiniz”. Zaten daha en baştan bu döven, öldüren adamları bir ana yetiştirdiği için her musibetin sorumluluğu kadınlarda olsun. Erkekten hiç hesap sorulmasın.
Şu an bir kez daha aynı senaryoyu yaşıyoruz. Kaç günlük bir bekleyişimiz daha hüsranla sonuçlandı, Pınar Gültekin’in içimize işleyen kocaman, pırıl pırıl gülüşü yok artık, gelecek hayalleri de yok, umutları da yok ve biz bir kez daha sokaklarda ses duyurmaya çalışıyoruz, bir kez daha “Ölmek istemiyoruz” diyoruz. Ortada göz ardı edilemeyecek bir gerçek var, bıktık çetele tutmaktan.
Belli ki kadınlara akıl vermekle, erkeklerin tatlı tatlı kulağını çekmekle, “Seven adam kıskanır / sahiplenir / döver de sever de”lerle, “Kadın dediğin uysal olmalı, yerini bilmeli, erkeğe itaat etmeli, şöyle oturmalı, böyle kalkmalı”larla olmuyor. Bütün ezberlerin, erkeğe şiddet hakkı tanıyan, kadının ya onun ya toprağın olduğunu belleten, dayağa, tacize, öldürmeye kılıf uyduran bütün değerlerin sarsılıp yerinden oynaması gerekiyor. Kadınların hayatta kalmayı değil, erkeklerin öldürmemeyi öğrenmesi gerekiyor.
(Milliyet, 23.07.2020)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN