RECEP USTA (reusta@gmail.com)
Romanları şiddet çeşitlemeleri olarak nitelenebilecek olan David Vann, Can Yayınları’ndan çıkan yeni romanı Keçi Dağı’nda bir av hikâyesi etrafında, öldürmek dürtüsünün köklerini araştırıyor.
Keçi Dağı bir av seremonisini anlatıyor. Olaylar 1978 yılında geçiyor. Romanın anlatıcı karakteri henüz 11 yaşında olan bir çocuk. Babası, dedesi ve babasının arkadaşı Tom’la birlikte Kuzey Kaliforniya’da geyik avına çıkıyorlar. Çocuk için bu av ayrıca önemlidir; ataları Chrokee yerlisi olan çocuğun erkek sayılması için kendini kanıtlaması, bir geyiği öldürmesi gerekmektedir. Yanındaki diğer avcılar gibi tüfeği eline alan çocuk, tüfeğe dokunduğu anda kendini daha güçlü hissetmekte, tüfek dindeyken hissettiği yenilmezlik duygusunun büyüsü altındadır. Tüfeği eline aldığında onu vücudunun bir parçası gibi hissetmeye başlar. Geyik peşinde dağlık arazide dolaşırken kaçak bir avcıyı fark ederler. Tüfeğin dürbünüyle avcıyı gözleyen baba, bakması için tüfeği oğluna uzatır. Tüfeği eline alan çocuk, tüfeğin dürbününden avcıyı izlemeye başlar. Kaçak avcının da kendisine doğru baktığı bir anda içindeki öldürme güdüsünü dizginleyemez, tetiği çeker ve avcıyı öldürür. Çocuk, tetiği indirirken hiçbir şey düşünmediğini o an sadece içgüdüyle hareket ettiğini belirtir.
On emir= İçgüdülerin dökümü
Öldürmek, insan ruhunun derinliklerinde saklı bir içgüdüdür. Yazar bu noktadan hareketle, doğamızdaki bu yıkıcı güdünün izlerini takip ederek Kabil ile Habil hikâyesine uzanır. Av, en eski geleneklerimizden birisidir ve insanlar avlanarak bu eski gelenekleriyle temaslar. Avlanarak çok eskilerdeki bir kökle bağlantı kurarız. Eskilere doğru bu yolculukta öldürmenin en eski, ilk örneği olan Kabil karşımıza çıkar. Yazara göre, Kabil, etrafta başka kimse olmadığı için Habil’i öldürmüştür. Önemli olan Kabil’in kardeşini öldürmesi değil, doğasında öldürmek güdüsünün var olmasıdır. Öldürmek, insan doğasının en derinlerinde saklı içgüdülerinden birisidir. Zina, hırsızlık ve öldürmek gibi eylemleri yasaklayan On Emir de, bizi hiçbir zaman bırakmayacak içgüdülerimizin bir dökümüdür yazara göre.
Erkekliğe kabul seremonisi
Vurulan avcının yanına gittiklerinde çocuğun düşündüğü ilk şey, yaptığı atışın mükemmelliğidir. İnsan hayatının kırılganlığını ve öldürmenin hafifliğini bu ifadelerle aktarıyor David Vann. Asıl amaçları geyik avlamak olan avcılar, cesedi yanlarına alarak kamp yaptıkları yere giderler. Cesedi bir çuvala sarıp ayaklarından bağlı şekilde zincire asar ve ormana, geyik avına geri dönerler. Çocuk, karşısına çıkan ilk geyiği kolayca vurur. Ancak geyik hemen ölmez. Romanın şiddet dozu oldukça yüksek olan bu bölümünde çocuğun erkekliğe kabul seremonisi bütün detaylarıyla anlatılır. Çocuk, uzun süre direnen geyiği sonunda öldürür. Gelenek yerine getirilmiş, çocuk vurduğu geyiği öldürmüş ve artık bir erkek olmuştur. Diğer avcılar çocuğu, kendisinden çok daha ağır olan avıyla birlikte ormanda bırakıp kampa geri dönerler. Hava kararmak üzeredir. Genç avcı, avını tek başına kampa götürmek zorundadır. Karanlık gecedeki bu tekinsiz dönüş yolunda artık bir erkek olan genç avcı, avcı atalarıyla özdeşleştiği, hayallerle iç içe geçmiş bir yolculuğa çıkar. Genç avcı, güneşin batışıyla birlikte artan soğuğu vücudunda hisseder, üşümeye başlar. Taşıyamayacağı kadar ağır olan geyik leşi de onun için ciddi bir engeldir. Burada bedensel zayıflığına yapılan atıf oldukça önemlidir: Avı, yolun başında maddi bir niteliğe sahipken, gece yolculuğu içinde sembolik bir niteliğe bürünür. Genç avcı, yükünü hafifletmek için geyiğin bir bölümünü gövdesinden ayırır ve yola devam eder. Ağırlık hâlâ çok fazladır. Bir süre sonra yanında sadece geyiğin başı kalır. Vücudunun zayıflığını geyiğin derisiyle örter, tıpkı ataları gibi! Kamp yerine ulaştığında, yolda yaşadıklarından sonra kendini artık çok daha güçlü, neredeyse yenilmez hissetmektedir.
Aile geçmişinin son parçası
Genç avcı geyiği öldürmüş ve tek başına kampa ulaşmayı başarmıştır. Erkekliğe geçiş töreni niteliğindeki av seremonisi böylece tamamlanır. Ancak kamp yerinde zincire asılı halde bekleyen ceset, avcılara gerilim yaymaya devam etmektedir.
1966 yılında Alaska’da doğan David Vann’ın babası, Vann henüz 13 yaşındayken intihar etti. Bu trajedi Vann’ın hayatını çok fazla etkiledi ve uzun yıllar babası gibiintihar edeceği endişesiyle mücadele etti. Hayatı boyunca bu olayın ağırlığını üzerinde hisseden Vann, yaşadığı travmayı edebiyata tutunarak atmayı başardı. İlk gençlik yıllarında yazdığı intihar hikayeleriyle ruhundaki gelgitlerin üstesinden gelmeye çalıştı. İlk kitabı Bir İntihar Efsanesi, bu travmatik dönemde yazdığı öykülerden oluşuyordu. İlk romanı olan Caribou Adası’nı da ailesinde tanık olduğu sevgisizlik ve iletişimsizlik temaları üzerine kurgulamıştı. David Vann, Keçi Dağı’nı şiddet dolu aile geçmişinin son parçası olarak takdim ediyor. Babasının intiharı ve ailesinin geçmişiyle olan sorunlu hesabını bu romanıyla kesiyor.
Keçi Dağı
David Vann
Can Yayınları 232 sayfa
(Akşam Kitap, 07.11.2014)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN