Fikret İlkiz
Gazetecilerin telefonlarının dinlenmesi haberleşme özgürlüğünün, basın özgürlüğünün ve gazetecilerin haber kaynaklarının gizliliği hakkının ihlaline neden olabilir mi?
Konuyla ilgili olarak gazetecilerin yaptığı bireysel başvuru (Başvuru No. 2013/7054. Tarih 06.01.2015) hakkındaki Anayasa Mahkemesi’nin Genel Kurul kararı 9.5.2015 tarihli 29350 sayılı Resmi Gazetede yayımlandı.
Kullanılan telefon numaralarından Taraf gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan Ahmet Hüsrev Altan’a ait olanın “Çaşit”, Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı Yasemin Çongar’a ait olanın “Elizabeth”/ “Arashi” ve “Ouarzad”, Markar Eseyan’a ait olanın “Hossain Seyfullah”/ “Vahan” ve Mehmet Baransu’ya ait olanın ise “Malik Hussein Feyda” kod adlı kişiler tarafından “casusluk faaliyetlerinde kullanıldıkları” iddiasıyla özel yetkili Savcılık talebi üzerine İstanbul 9,11,13 ve 14.Ağır Ceza Mahkemelerinden “telefonlarının dinlenmesine” karar verilmiştir.
Başvurucu gazeteciler MİT Bölge Başkanlığının talebiyle verilen “mahkeme” kararları sonucunda gerçekleştirilen bu “dinlemeler” üzerine Savcılığa şikâyet dilekçesi vermişlerdir. MİT görevlilerinin resmi belgede sahtecilik, haberleşmenin gizliliğini ihlal ve görevi kötüye kullanma suçlarından dolayı cezalandırılmaları istenilmiştir. Şikâyet üzerine İstanbul C. Savcılığı Başbakanlıktan soruşturma izni verilmesini istemiş, Başbakanlık tarafından olumlu veya olumsuz bir yanıt verilmemiştir. Başvurucular soruşturma izni verilmediğini kabul ederek Danıştay’da itirazda bulunmuşlardır. Danıştay 1. Dairesi 9.10.2013 tarihli kararıyla itirazların incelenmeksizin reddine karar vermiştir. MİT Teftiş Kurulu tarafından inceleme raporu düzenlenmiş ve soruşturma izni verilmemesi hakkındaki görüş Başbakanlığa bildirilmiş ve Başbakan tarafından soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.
İstanbul C. Başsavcılığı Başbakan tarafından soruşturma izni verilmediği gerekçesiyle “şüpheliler hakkında soruşturma yapılmasına yer olmadığına” karar vermiştir (23.5.2013 tarih ve S. 2012/24021, K. 2013/30041). Başvurucu gazeteciler bu karara itiraz etmişler ama itirazları Bakırköy 6. Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir.
Başvurucuların Avukatları Veysel Ok tarafından Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuruda gazeteciler hakkında uygulanan “iletişimin dinlenmesi” ve kayıt altına alınması sonucunda özel yaşamın gizliliği hakkı, haberleşme ve ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği ileri sürülmüştür.
Anayasa Mahkemesi, basın özgürlüğünün ihlali hakkındaki başvuruyu diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
AYM, basının haber kaynaklarının korunmasının basın özgürlüğünün koruması altında bulunduğunu kabul etmektedir. “Haber kaynaklarının korunması, basın özgürlüğünün önemli koşullarından biridir. Bu güvencenin dayanakları, Anayasa’nın 26. maddesindeki “resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek” ve Sözleşme’nin 10. maddesindeki “kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın haber ve görüş alma ve de verme” ifadeleridir. Haber kaynaklarının korunmaması halinde basın, kamuoyuna doğru ve güvenilir bilgi sunma ve dolayısıyla demokratik toplum bakımından hayati önemi haiz olan halkın gözcülüğü (“public watchdog”) görevini gerektiği gibi ifa edemez.” Anayasa Mahkemesi bu görüşünü AİHM Roemen ve Schmit/Luksemburg, B. No: 51772/99, 25.2.2003 tarihli kararına atıf yaparak belirtmektedir. Bu karar, somut olayla ilgili hak ihlali haline örnek değildir.
AYM’ye 6126 sayılı Kanun hükümlerine göre iddialarını kanıtlamalarını beklemektedir.
AYM’sine göre “Hiç şüphesiz, gazetecilerin telefonlarının dinlenmesi sonucunda haber kaynaklarının deşifre olması, basın özgürlüğüne yönelik bir müdahale oluşturur. Ancak gazetecilerin telefonlarının dinlendiği her durumda, haber kaynaklarının deşifre olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir. Bu kapsamındaki bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, başvurucunun telefon dinleme tedbiri nedeniyle deşifre olan haber kaynakları konusunda yeterli açıklamada bulunarak, basın özgürlüğüne yönelen somut müdahaleyi ispatlaması gereklidir.”
AYM telefon dinleme tedbiri neticesinde haber kaynaklarının deşifre olduğu ve bu şekilde basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiaları ile ilgili olarak yeterli açıklamalarda bulunmadıkları için başvurucuların, iddialarını kanıtlayamadıkları sonucuna varmıştır.
AYM tarafından kabul edilemezlik kararının gerekçesine katılmıyoruz.
Telefonlarının dinlenmesinden sonra bu dinlemelerin kaydedilmiş halleri yani herhangi bir dijital veri gazetecilerin elinde yoktur. Dijital veri olarak kaydedilmiş CD/DVD olmadığı gibi çözümü yapılarak “yazılı”/”basılı” bir metin de gazetecilerin elinde değildir. Bir başka deyişle gazetecilerden beklenen “deşifre olan” haber kaynağı ve kimliği hakkında bir bilgiye sahip değildir ki; nasıl bir açıklama yapabilsin ve nasıl bir “yeterli açıklama” kendisinden beklenebilsin? Elinde olmayan, kendisine verilmeyen telefon dinlemeye ait yazılı veya dijital tespitlerin verilmemiş olması karşısında; haber kaynaklarının gizliliğinin ihlali bakımından basın özgürlüğüne yapılan müdahale “somut olarak” başvurucu tarafından nasıl kanıtlanabilir? İmkânsızın istenmesi, hukuka uygun değildir. Hakkı ihlal edilmiş olmasına rağmen istediği ve hakkı olduğu halde kendisine verilmeyen telefon dinleme kayıtları verilmemişse, basın özgürlüğüne yapılmış “somut müdahale”nin kanıtlanması neden mağdur olan başvurucu gazeteciden istenmektedir?
Kaldı ki; sorun sadece gazetecinin haber kaynaklarının gizliliğinin korunması değildir. Kaynağın gizliliğinin korunmasının yanı sıra ayrıca “Haber kaynağını açıklamama ilkesi ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 08.03.2000 tarih ve No. R (2000) 7 sayılı “Gazetecilerin Bilgi Kaynaklarını Açıklamama Hakkına İlişkin Tavsiye Kararı”na göre “haber kaynağının” kendisi de korunmalıdır.
Esasa yönelik kararda ise; AYM, başvurucuların kullandıkları telefonların, hâkim kararına istinaden MİT görevlileri tarafından dinlenmiş olmalarını ve başvurucu gazeteciler hakkında uygulanan bu tedbirlerin, haberleşme özgürlüklerine yönelik müdahale oluşturduğa karar vermiştir.
Başvurucuların haberleşmelerinin gizliliğine yönelik müdahalenin dayanağı, 1.11.983 kabul tarihli 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanun’un 6. maddesidir. Müdahalenin dayanağı olan kanun hükmü, hak ve özgürlüğe yönelen müdahalelerin sınırlarını yeterli bir açıklıkta ortaya koyan, erişilebilir ve öngörülebilir bir düzenlemedir. Kanuna göre en fazla üç ay için verilecek olan dinlemelerle ilgili kararlarda ve yazılı emirde, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, kullandığı telefon numaraları veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodundan belirlenebilenler ile tedbirin türü, kapsamı ve süresi ile tedbire başvurulmasını gerektiren nedenler belirtilmelidir (Madde 6 /4). Buna kanuni düzenlemeye rağmen gazeteci başvurucular hakkında uygulanan dinleme tedbirlerine dayanak teşkil eden talep yazıları ve mahkeme kararlarında, başvurucuların kimlik bilgileri yerine birtakım kod isimlere yer verilmiş olması 2937 sayılı Kanun’un 6. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı olduğundan, gazeteci başvurucuların haberleşmelerinin gizliliğine yönelik müdahale kanuna aykırıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi Genel Kurul kararıyla başvurucuların, Anayasa’nın 22. maddesinde güvence altına alınan haberleşme özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Telefon dinlemelerinin hak ihlaline neden olan tedbirler olduğu açıkça bilinmesine rağmen; halen “haberleşmenin dinlemesi” hakkında bazı devlet kurumlarının sahip olduğu “kanuni yetkiler” acaba Anayasaya, hukuka ve kişisel verilerin gizliliği hakkına uygun mudur?
11 Mayıs 2015
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN