Ali ABADAY (jpardaillan@gmail.com)
1970’lerde Amerika’ya kokaini ilk kez sokup bunun yaygınlaşmasına neden olan George Jung’un hayatını anlatan “Blow/ Beyaz Şeytan” filminde John Depp, Pablo Escobar’ı anlatırken, “Şayet son 10 yılınızı Ay’da geçirmediyseniz adını mutlaka duyduğunuz” cümlesini kullanıyordu. Dünyanın en büyük kokain tüccarı olarak bilinen ve oldukça eksantrik bir kişiliği olan Kolombiyalı Pablo Escobar’ın hayatı bugüne kadar pek çok film, dizi ve belgesele konu oldu.
Oyuncu olarak tanınan ve ilk kez yönetmenlik denemesi için kamera arkasına geçen Andrea Di Stefano’nun senaryosunu da yazdığı “Escobar: Paradise Lost/ Escobar: Kayıp Cennet” bu ilginç adamın hayatına bir aşk hikâyesini merkeze alarak bakmaya çalışıyor.
1991 yazında Kanadalı sörfçü Nick (Josh Huncherson) kendini bir arabada dünyanın en büyük kokain baronu olan Pablo Escobar (Benicio Del Toro) ile otururken bulur. Escobar ona çok önemli bir görev verir ve bu sırada kendisine yardım edecek adamı da iş bittikten sonra vurmasını ister. Nick istemeden de olsa bu görevi kabul eder ve yola çıktığı zaman Kolombiya’ya ilk gelişini düşünür.
1983 yılında Nick ve ağabeyi Dylan (Brady Corbet) Kolombiya’ya sörf okulu açmak için gelirler. Arkadaşlarıyla birlikte sahil kenarında kalan ve bir kulübe yapmaya çalışan gençlere bölgenin kabadayıları engel olur ve kendilerine ödeme yapmalarını ister. Bu esnada Nick oldukça güzel bir kız olan Maria (Claudia Traisac) ile tanışır. Kısa sürede âşık olduğu kızın amcasının bölgede oldukça sevilen işadamı Escobar olduğunu öğrenen Nick çok istekli olmasa da bu adamla tanışır.
Nick Escobar ile tanıştığı günün gecesi bu ilginç adam odasına gelir ve ona yeğeni Maria hakkında neler hissettiğini sorar. Konuşma sırasında Nick’in bölgedeki kabadayılar tarafından saldırıya uğradığını öğrenir. Bu konuşmadan birkaç gün sonra Dylan Nick’e kabadayıların vahşice öldürüldüğünü ve herkesin bu olayın ardında Escobar’ın olduğunu söylediğini aktarır. Nick ise yeni içine girdiği hayatın parıltısına kapıldığı için bu söylentileri kabul etmez.
“Escobar: Kayıp Cennet” bir biyografi filmi değil. Her ne kadar filmin merkezinde Pablo Escobar varmış gibi görünse de esasında Nick ile Maria’nın aşkı merkezde. En azından böyle olması istenmiş ancak hemBenicio Del Toro’nun muhteşem oyunculuğu hem de Escobar’ın her şekilde dikkat çeken bir yapısının olması bu isteği filme yeteri kadar verememiş.
Ufak ayrıntılara oldukça ustaca yer verilmiş olsa da “Escobar: Kayıp Cennet”in en büyük eksikliği merkezdeki iki adamın, Escobar ile Nick’in hikâyesine oldukça fazla odaklanması ve yan karakterlere neredeyse hiç değinmemesi.
İlk başlarda Escobar’ı Nick’in gözünden yani çevresine ve ailesine bağlı bir adam olarak görüyor izleyici. Ancak geçen zaman içinde Nick’in farkına vardığı ufak ayrıntılarla onun esasında acımasız bir mafya babası olduğunun farkına varılıyor. Ne var ki bu süreçte sekiz yıl geçiyor ancak film bunu sanki çok daha kısa sürede olmuş gibi gösteriyor.
Escobar’ın hayatına odaklanmaktan kaçınmaya çalışmasına karşın film istemeden bu yöne kayıyor. “Escobar: Kayıp Cennet”i biyografi olmaktan çıkaran tek nokta ise Nick’e ayrılan bölümün fazla olması ve filmde anlatılan zamanlarda yaşanan olayların ayrıntısına girilmemesi.
Bir genç adamın zaman içinde masumiyetini kaybederken yaşadığı yerin düşündüğünün aksine pek de Cennet olmadığını fark etmesini anlatan “Escobar: Kayıp Cennet” özellikle Benicio Del Toro’nun oyunculuğu nedeniyle izlenmeyi hak ediyor.
ESCOBAR: PARADISE LOST / ESCOBAR: KAYIP CENNET
Yönetmen: Andrea Di Stefano
Senaryo: Andrea Di Stefano
Görüntü Yönetmeni: Luis David Sansans
Oyuncular: Josh Hutcherson, Benicio Del Toro, Brady Corbet
(Taraf, 26.06.2015)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN