Post image
Kötülüğü doğuran dört koşul

 

Selçuk ŞİRİN

Stanford Hapishane Deneyi’ni literatüre kazandıran ünlü psikolog Zimbardo’ya göre kötülüğü yaygınlaştıran ortamlar belli koşullar altında oluşuyor. İlk koşul otoritenin göz yumması. İkincisi görünmez olmak. Üçüncü sırada muhitin ahlaksızlığı hoş görmesi var. Son koşul ise eğitimdeki eksiklik. Yenidoğan skandalını bir de bu koşulları gözeterek değerlendirin.

 Türkiye geçenlerde bir ‘insanlık dışı vahşet’ haberiyle sarsıldı. Habere göre, içinde doktor, hemşire ve hastane sahiplerinin yer aldığı bir çete, maddi çıkar elde etmek için çok sayıda bebeği katletmiş. Ne oldu bize? İnsanlıktan mı çıkıyoruz? Türkiye bu ‘akılalmaz’ cinayeti konuşurken, ‘Stanford hapishane deneyi’ni literatüre kazandıran ünlü psikolog Phillip Zimbardo aramızdan ayrıldı.

Sicilyalı yoksul bir göçmen ailenin çocuğu olarak New York’ta dünyaya gelen Zimbardo, bizim okulda profesör olduktan sonra gittiği Stanford’ta okulun bodrum katını bir hapishaneye çevirir. Bu deneysel hapishane ortamında öğrencileri rastgele iki gruba ayırır: Gardiyanlar ve mahpuslar!

Deneyin daha ilk haftası dolmadan, gardiyan olarak atanan öğrenciler mahpuslara şiddet uygulamaya başlar.

Zimbardo’nun deyimiyle her bir gardiyan, ‘iblise’ dönüşür! Gruplar arası çatışma öyle bir noktaya varır ki, gardiyanları kontrol etmekte zorlanan Zimbardo, araştırma asistanlarının baskısıyla deneye 6’ncı günde son verir.

Zimbardo hapishane deneyinden başlayarak 30 yıllık çalışmalarını ‘İblis Etkisi’ (The Lucifer Effect) adını verdiği bir kitapta anlatır. Zimbardo bu kitapta paylaştığı verilerle ahlaksızlık ve kötülüğün bir toplumda yayılmasının sebebinin psikolojik bozukluk ya da ahlaki zafiyetler olmadığını gösterir. Sapkın ya da ahlaksız insanlara odaklanmak yerine bizim ahlaksızlığı doğuran koşullara odaklanmamız gerekir.

Zimbardo, yaptığı çalışmalarla kendisinden önce gelen pek çok psikoloğun ahlaksızlık ve kötülüğü insanın doğuştan ve çocukluğundan gelen bir takım özellikleriyle açıklama geleneğini ters yüz etmiştir. İnsanların ahlaki yapılan, eğitimleri ya da dini inançları ne olursa olsun, eğer koşullar oluşursa, maalesef pek çok kişi bir iblise dönüşebilmektedir. Burada Zimbardo’nun iblis etkisi olarak tarif ettiği olgu bir kişilik özelliği değil, bir ortam tarifidir. Sıradan insanlar belirli koşullar sağlandığında sıradışı kötülükler yapabilir.

Kötülük ve ahlaksızlığı artıran koşullar nelerdir?

Zimbardo’ya göre ahlaksızlığı ve kötülüğün yaygın olduğu ortamları yaratan belli koşullar var. Bu koşullardan ilki ahlaksızlık ve kötülük ortamının hiyerarşik bir yapıya dayanmasıdır. Kötülük otorite figürlerinin himayesi ya da göz yumması sayesinde yayılır. Sıradan insanlar ancak güçlü bir otorite tarafından yönlendirildiklerinde, kendi ahlaki değerlerini terk eder.

İkinci koşul anonim olmaktır. İnsanlar görünmez olduklarım düşündükleri zaman kendi ahlaki çizgilerinin dışına çıkarak kötülük yapıyor.

Üçüncü koşul, ahlaksızlığı hoş gören muhit olmasıdır. Eğer kişinin içinde yer aldığı sosyal ortam, o kişinin yaptığı ahlaksızlık ya da kötülüğü ayıplamıyorsa, insanlar daha kolay bir şekilde ahlaken savruluyor. Belki bu yüzden, mafyaya giriş süreçlerinde küçük adımlarla ahlaksızlık yeni üyelere alıştırılıyor.

Son koşul ise bireysel etiğin gelişmemesidir. Bir ortamda bireylerin kendi doğrularını arayıp bulmasına olanak verilmiyorsa, o ortamda insanların ahlaki değerleri içselleştirilmesine gerek görülmüyorsa orada insanların kendilerinin bile derinden inanmadığı doğrulara sahip çıkmasını bekleyemeyiz.

Zimbardo’ya göre, bu temel koşullar bir ortamda oluşursa, o ortamda kötülük de ahlaksızlık da artar. Böyle bir ortamda bireysel çabalarla ahlaksızlığı durdurmak son derece zorlaşır. Şimdi, Zimbardo’nun yaklaşımıyla en son yaşadığınız bebek katliamına yeniden bakabiliriz. Bir kere ortada telefon kayıtlarına kadar yansıyan bir emir komuta zinciri var. Çete olunca zaten doğal olarak hiyerarşik bir yapıdan söz ediyoruz, ikinci olarak, olayı yapanların kendilerini anonim yapmak için epey bir çaba içinde olduklarını, gizli ve şifreli konuşmalardan anlıyoruz. Üçüncü olarak, çete içinde suça bulaşanların bebek katliamını sıradanlaştırıp, işledikleri cinayeti normalleştirdiklerini görüyoruz. Öyle ki, çete üyeleri birbirleriyle konuşurken, söz konusu olanın bir insan olduğunu kendileri de unutuyor. Son olarak, suça bulaşan çete üyelerinin bireysel bir etik duruşlarının olmadığını da hem söylemlerinden hem de eylemlerinden anlıyoruz. Olsa, aylarca süren bir süreçte, yüzlerce kişinin gözü önünde olan cinayetlere bir kişi çıkıp dur derdi.

Ya adalet ya sefalet!

Dilerseniz siz yukarıdaki dört koşul kuralını bu yazıyı okuduğunuzda gündeme gelen yeni ‘insanlık dışı’ olaylara uygulayın. Ya da dönüp geriye, Narin cinayetine ya da başka bir ahlaksızlığa uygulayın. İlla cinayet olmasına gerek yok. Her gün gazetelerde okuduğunuz yolsuzluk ve rüşvet olaylarına bakın. Bu kötülük ve ahlaksızlıkların gerçekleştiği her olayda, gözümüze batan ilk ışıltılı nesne yerine bütün bu olayları arka arkaya gündemimize getiren ortama bakın.

Kanımızı donduran eylemleri birkaç ahlaksız insana, bir hasta ruhlu doktora, bir sapkın hemşireye havale etmeye devam ettiğimiz sürece, bu olaylar artarak devam edecek.

Eğer ahlaksızlığı bireysel değil toplumsal yapıya ilişkin bir zaaf olarak görüyorsak o halde ahlaklı bir toplum yaratmanın yolu sadece okullarda müfredata ahlak dersi koymak olamaz.

Daha ahlaklı bir sistem kurmak istiyorsak tüm yurttaşlara neyin doğru neyin yanlış olduğunu net bir şekilde anlatmak elbette gerekli, ancak bu çaba yeterli değil. Öğrenilen değerlerin eyleme dönüşebilmesi için toplumsal ortamın da bu değerleri desteklemesi gerekir.

Unutmayın, dünyanın her yanında sapıklar, her köşesinde kötü insanlar var. Toplumsal sözleşme ile yarattığımız yasal ve sosyal ortam, bu insanların başkalarına kötülük ve ahlaksızlık yapmasına engel olmak için var. Meseleyi adalet sisteminden alıp insan psikolojisine bağlamakta ısrar edersek, olayları  ortaya çıkartan sistemi görmezden gelirsek, korkarım her hafta kanımızı donduran başka bir haberle karşılaşmaya devam edeceğiz. İşte bütün bu nedenlerle yıllardır kendimi tekrar etmek pahasına hep aynı cümleyi kuruyorum: Ya adalet ya sefalet!

Eğer bir ülkede ahlaksızlık ve kötülük toplumsal olarak hoş görülüyor, suç olan davranışlar cezalandırılmıyorsa o toplumda istediğiniz kadar bireye yatırım yapın. Sonuç değişmez.

Not: Kendisiyle tanışma fırsatı da bulduğum Zimbardo ve Stanford hapishane deneyinin epey tartışmalı hikayesini önümüzdeki ay çıkacak “İnsana Bakışınızı Değiştirecek 10 Deney” kitabında anlattım.

(Oksijen, 25.10.2024)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN