Leyla ALP
İlk öykü kitabı “Her Kötü Geceden Sonra” 2020’de yayımlanan Baran Güzel, bu kez distopik bir romanla okurların karşısına çıktı. “Korkudan da Büyük Bir Şey…” Everest Yayınları etiketiyle çıkan kitap sadece kadınları etkileyen bir intihar salgının yaşandığı bir süreci anlatıyor. Kadıköy’ün mekan edildiği kitapta Yeldeğirmeni sokaklarında bir at dolaşıyor, eylemler yapılıyor, marketler yağmalanıyor, arabalar çalınıyor. Ve hayat böyle bir kıyametin ortasında kayıtsızca akıp gidiyor.
Baran Güzel ile eril zihniyetin kadınların yaşamını nasıl aldığını oldukça mesafeli ve zarif bir dille anlattığı kitabını, korkuyu ve edebiyatı konuştuk.
* Klasikleşen yazma öykünüz nasıl başladı sorusuyla başlayalım. Baran Güzel neden, nasıl yazmaya başladı?
Yazma öyküm lisede başladı. Ondan önce biraz kitap okuma merakım elbette vardı. Liseye yaşadığım başka bir ilçede başladım. Eve epeyce uzaktı. Okula bir türlü adapte olamıyordum. Orada kendimi çok yalnız hissetmeye başladığım bir dönemde kitaplara gömüldüm. Sonra bir öykü sitesinde bir forum bölümü olduğunu gördüm. Amatör yazarlar öykülerini paylaşıyordu. Ben de yazmaya başladım. O sırada internet üzerinden bir sürü yazarla da tanıştım. Üniversitede önce bir yıl Ankara’da Gazi Üniversitesi’nde okudum sonra Mimar Sinan Üniversitesi Edebiyat Bölümü’nü kazandım. Bir yayınevinde editör olarak çalışmaya başladım. Öykülerim dergilerde yayımlanmaya başladı. İlk öykü kitabım Her Kötü Geceden Sonra 2020’de yayımlandı.
* İkinci kitabınız bir roman. Kadınların öldüğü bir roman yazmak nereden aklınıza geldi?
Çok uzun süren ve kötü bitmiş bir ilişkim vardı. Aslında bu ilişkiye dair bir şeyler yazmak için yola çıkmıştım. Hem ilişkinin anatomisini çıkarayım, hem de kendimi göreyim istiyordum. Yani otobiyografik bir şey yazmak üzere yola çıkmıştım. Sonra ufak ufak kurmacalar eklemeye başladım. Kadın intihar ve cinayetlerinin çoğalması pek çok insan gibi benim de zihnimi meşgul etmeye başladı. Bir gün “Bir Zamanlar Anadolu’yu” yeniden izlerken oradaki bir sahnede doktorun savcıya “İnsanlar çoğu zaman intikam eder ” sözüyle kadınların intihar ettiği ve bütün erkeklerin cezalandırıldığı bir kurgu düşünmeye başladım. Ve bu roman ortaya çıktı.
* Kitap ne zaman yazıldı?
İlk taslağına 6 yıl önce başlamıştım. Küçük notlar halinde duruyordu. Yazımı ise 4-5 yıla yayıldı.
* Pandeminin nasıl bir etkisi oldu?
İntihar salgını fikri pandemiden önce ortaya çıkmıştı. Pandemi tesadüf oldu. Mesela kitapta iktidarın son seçimi de kazanması var. Bu mesela benim için distopik bir şeydi. Son seçimi kaybedeceklerine inanıyordum. Ben distopi olarak yazdım ama gerçek oldu.
* Kitap Kadıköy sokaklarında geçiyor. Kadıköy’ü seçmenizin nedeni ne?
Kadıköy’ü iyi biliyorum. Yaklaşık 11 yıldır Kadıköy’deyim. Bence burayı da anlatan çok fazla yazar yok. Tamamı Kadıköy’de geçen bir romana rastlamadım. Ben de bildiğim şeyleri yazıyorum. Anlattığım gecekondu gerçekten yaşadığım bir evdi. Öyle bir yerde 4 yıl yaşadım. Orası benim için şehrin içinde mangal yapabildiğim bir evdi. Hem kırsalda hem de şehirde gibiydim.
“YELDEĞİRMENİ SOKAKLARINDA BİR AT”
* Romanda Yeldeğirmeni sokaklarında bir at dolaşıyor. Atın bir anlamı var mı?
Hikâyeyi hareketlendirmek istemiştim. Karakter evden çıkamıyor, kendini yalnız hissediyor, at ise hayat dolu bir hayvan. Onun yalnızlığını giderecek, hayata katacak ve hikâyeye de hareket kazandıracak bir hayvan. Bir de ben atları çok severim.
* Atın anlatıcıya teslim edilmesi de bir sınav gibi?
Evet, hikâyenin devamında o bir sınava dönüştü. Kovboy şapkalı kadının ileride karaktere sunacağı daha büyük görev için bir aşama. Bunu yapabiliyorsa bunu da yapabilir gibi bir niyetle de konuldu.
* Anlatıcımız gizemli. Aşkını, okulunu, yoksulluğunu biliyoruz ama ismini bilmiyoruz. Neden?
Bu karakterin olabildiğince silik bir tip olarak yaratmaya çalıştım. Çünkü bütün kadınların intihar ettiği bir hikâyeyi bir erkek anlatıyordu. Bu zaten tehlikeli bir şey. Bu tehlikenin önüne geçmek için karakteri yüceltmemem, onu güçlü biri olarak göstermemem gerekiyordu bu yüzden ismi bile olmamalıydı.
* Kadın konusunda yazmak netameli bir konu. Ama okurken beni rahatsız eden öğretici, yukarıdan bir dil olmadı. O düzeni nasıl tutturdunuz?
Yazarken hep şuna dikkat ettim; anlatıcı bütün olaylara mesafeli ve soğuk bakacaktı. Yorum katmayacak, gördüklerini yazacaktı. Hep bir mesafe var ve rahatsız edici olmamasını da bu mesafeye borçluyuz.
* Kahramanımız pek çok yurttaşımız gibi kayıtsız. Kendini koruyan bir pozisyonu da var.
Son 10 yılda Gezi’den sonra hepimizin dönüşmeye başladığı insan zaten o. Bir zamanlar sokağa çıkmış ama şimdi ‘neyi değiştirebilirim ki’ diyen pek çok insandan biri. O adam Türkiye’nin gelmiş olduğu noktadaki bireyi temsil ediyor. Bıkmış… Bir şey değiştiremeyeceğini görmüş. Çok büyük bir cümle gibi oldu ama benim için öyle.
* Anlatıcıyla Baran Güzel arasında nasıl benzerlikler var?
Çıkış noktaları bana çok benziyor. Gecekonduda yaşaması, yayıncı olması, edebiyat okuması gibi benden aldığı çok şey var. Ama karakter olarak bana hiç benzemiyor. Bana hiç benzememesine çok dikkat ettim. Ben içe kapanık biri değilimdir. Yayınevim başarılı. Kitaplarımız satıyor. (Gülüyor)
* Korkudan daha büyük ne var?
Endişe. Bir şeyden korkarsınız geçer ama endişe kolay geçen bir şey değil. Hep devam eden, sürekli yoklayan, korkulacak bir şey olmadığını bildiğiniz halde süren garip bir duygu.
* Peki gerçekten kadınlar olmasaydı neler olurdu?
Romanda dünyada pek çok şeyin son erkek ölene kadar devam edeceğini anlatmaya çalışıyorum. Çünkü kadınların toplumsal hayattaki yeri çok sınırlı. Fabrikalar, devlet daireleri kadınlar olmadan da çalışabiliyor. Zaten kaç kişiler ki. Kaç kadın yönetici var? Kaç belediyeyi, kaç uluslararası şirketi, kaç fabrikayı kadın yönetiyor? Bu daraltılmış yeri göstermek istedim. Diğer yandan her şey kadınlar olmadan da devam ediyor gibi görünüyor ama bence edemez. Kadınlar yok olsa muhtemelen ben kitap yazmazdım. Evden çıkmazdım. Birçok erkek intihar eder. Çünkü erkeğe, hep kadın lazım.
* Yani kadınlar erkeğe lazım olma üzerinden mi hayatta?
Kitapta göstermeye çalıştığım şey de o. Romanda penise benzeyen bir cisim var. Bütün temsiller onda birikiyor. O, kadını bir meta gibi gören zihniyet. Kadınların ölme sebebi de o eril zihniyet.
* Kitabın bir yerinde anlatıcı 100 yıl sonrasını anlatıyor. Siz 100 yıl sonrasını nasıl tahayyül ediyorsunuz?
Benim gözümün önüne daha karanlık bir gelecek geliyor. Daha kirli bir hava, daha az orman. Tarım arazileri yağmalanmış, insanların su bulmak için büyük uğraşlar verdiği, birtakım icatlarla yok oluşu engellemeye robotlarla çalıştığımız bir dünya.
* Ve hâlâ erkeklerin yönettiği bir dünya mı?
Evet, hâlâ erkeklerin yönettiği bir dünya. 50 yıl öncesine kadınlar çok güçlü ama erkekleri yenmek çok zor olacak gibi geliyor. Şirketler yüzde 20 kadın kotası koyup bununla övünüyor, bu kotanın konması bile çok berbat bir şey ama ona bile iyi diyoruz. Erkeklerin herkesi uyutmak için uydurduğu bir takım şeyler var bence o devam etmemeli. Kadınlar şirketleri ele geçirip yüzde 20 erkek kotası koyacak hale gelmeli.
* Okur tepkileri nasıl?
Romanı bitirip yayınevine gönderdiğimde bir şüphem vardı. Kendi kendime şöyle diyordum, ya çok iyi bir şey yaptım ya da berbat bir şey yaptım. Cüret ettiğim şey çok yanlış anlaşılabilirdi ya da cüret ettiğim şeyi yapamamış olabilirdim, bundan korkuyordum. Ama yorumlar çok iyi. Hiç kötü yorum almadım.
* Kitap satışları nasıl?
Berbat, satmıyor. (Gülüyor)
* Buradan yayıncılığa geçeyim. Siz aynı zamanda yayıncısınız. Holden Kitap ne zaman kuruldu?
3,5 yıl oldu. Pandeminin başıydı.
* Pandemide kağıt fiyatları yükselip, yayınevleri kapanırken siz bu kararı nasıl aldınız?
Kitapyurdu yayınevleri için bir sistem başlatmıştı. Kitabın basımını onlar üstleniyordu. Kağıt, matbaa parası vermeden kitabı bastırıp okura ulaştırma olanağı sağlıyordu. Çok geniş bir dağıtım olanağı yoktu, ama yine de okura ulaşabiliyordu. Benim de basmak istediğim kitaplar vardı. O zaman başka bir yayınevinde çalışıyordum. Önce hobi olarak başladı.
“İNSANLAR KİMSEYİ DEĞERLİ BULMUYOR”
* Nasıl gidiyor?
İyi gidiyor. Şimdi başka bir iş yapmıyorum. Sadece yayınevi ile meşgul oluyorum.
* “Kitap okuyandan çok, yazan var” eleştirileri var. Siz ne dersiniz?
Kitap hep çok yazılıyordu. Ama bu kadar kolay yayınlanma olanağı olmuyordu. Daha az yayınevi vardı, belki daha büyük maliyetle basılıyordu. Şimdi yayınevi sayısı fazla. Büyük yayınevleri de dahil kotalarını doldurabilmek için seviyeyi aşağıya indirmek zorunda. Belli bir kalite düzeyini yakalayan kitaplar basılıyor. Bunun dışında parayla basılan kitaplar var.
* ‘Ölümsüz yazarlar, büyük edebiyat yok’ eleştirilerine ne diyorsunuz?
Bence var. Sadece bu onun ne kadar pohpohlandığı ile ilişkili bir şey.
* Reklam mı diyorsunuz?
Sadece reklam değil, fısıltı gazetesi, moda. Eskiden Ayşe Arman bir kitaptan bahsettiğinde o kitap 50 bin satabiliyordu. Murathan Mungan, Radikal Kitaptaki yazarlar bir kitaptan veya yazardan bahsettiklerinde onlar bir süre sonra büyük yazar oluyorlardı.
* Şimdi ne değişti?
Şimdi kimsenin böyle bir etkisi kalmadı. Eskiden birkaç mecra vardı ve o mecrada yazan herkes çok değerliydi. Şimdi mecra yok. Ve insanlar artık kimseyi değerli bulmuyor.
* Bu çok keskin değil mi?
Çok keskin, ama artık kimse birinin önerisine değer atfetmiyor. Daha doğrusu bu artık kitleselleşemiyor.
(Gazete Kadıköy, 26.04.2024)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN