Dee Rees’in yönettiği ve geçen hafta vizyona giren Savaştan Sonra / Mudbound, köleliği 2. Dünya Savaşı sonrasında resmetmesiyle ilgi çekiyor. Mutbound, Jamie ile Ronsel’in mücadelesi ekseninde bir insanlık dersi olarak nitelendirilebilir.
Howard Zinn, ünlü klasiği “Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi”nde, dünyada köle ticaretinin Kolomb’dan yaklaşık yarım asır önce, binlerce Afrikalı’nın Portekiz’e satılmasıyla başladığına işaret eder. Kısa zamanda olgunun başkentine dönüşecek olan Amerika’da ise 1619’da Jamestown’a getirilen 20 kadar Afrikalı, sürecin başlangıcında önemli rol oynar.
Rakibin dişli olmasından ve kendi topraklarında bulunmasından dolayı “Kızılderelileri” köleleştirmeyi bir türlü başaramayan “uygar beyaz adam”ın Kara Kıta’ya yönelmesi bir bakıma kaçınılmaz olmuştur. Bu bakımdan kölelik, yalnızca psikolojik’ahlaki bir yönelim olarak açıklanamamakta, ekonomik boyutuyla birlikte ele alınmaktadır. Nitekim 1700’lerin ortasında, sayıları yüzbinleri aşan ve ABD ekonomisindeki büyümede rol oynayan köleler, tarihin akışını değiştirecek bir unsur haline gelmeye başlamıştır.
LİNCOLN’DEN KU KLUX KLAN’A
Beyaz Amerikalıların desteğiyle büyüyen kölelik karşıtı hareketlerin görece başarıya ulaşması için 1830’ları beklemek gerekmiştir. Bu dönemde Kuzey’de 100 bini aşan sayıda siyahi özgürlüğüne kavuşurken, 30 yıl sonra Başkan seçilecek Lincoln, süreçte önemli bir rol oynar, ama “Mücadeledeki amacım köleliği sürdürmek veya yok etmek değil, birliği korumaktır. Eğer herhangi bir köleyi özgürleştirmeden başarabilirsem, bunu yaparım…” demekten de kendini alıkoyamaz.
Beyazların belirlediği koşullarda özgürlüklerine kavuşabilecek olan köleler, ancak Kuzey’in siyasi ve ekonomik ihtiyaçlarının gündeme geldiği bir dönemde sürecin öznesi olurlar. Lincoln’un uygulamaları, iç savaş sonrasında daha da açığa çıkacak; örneğin Güney’deki arazilerin Konfederasyon ailelerine geri verilmesiyle birlikte (sözde) özgürlüğe kavuşan kölelerin beyaz adama ekonomik bağımlığı kaçınılmaz olarak sürecektir. Eğitim ve oy hakkından başlamak üzere, iniş çıkışlı bir kazanım sürecinin Ku Klux Klan gibi faşizan örgütlerin duvarına çarpılması, böylesi bir bağımlılığın sonucu olarak karşımıza çıkar.
POPÜLER SİNAMA’NIN KÖLELERİ
Siyahilerin sinemada ele alınışında başlangıç noktası Griffith’in “olağanüstü” faciası Bir Ulusun Doğuşu olmuştur. Hayal öğütme fabrikasının erken dönem örneklerinde Hallelujah gibi iyiniyetli yapımlara rastlansa da dünün köleleri için rol, kalın konturla çizilmiştir. İlk kez Oscar’a uzanan Hattie McDaniel, Güney’e ağıt yakan Rüzgar Gibi Geçti’de halinden memnun köle performansıyla göz kamaştırırken, ödül gecesi ağlamaktan teşekkür konuşması yapmaya olanak bulamamıştır. Amerikan Rüyası, bir yandan dünün kölesini göklere çıkarırken, diğer yandan kapkara bir maziyi aklamayı başarmıştır yine.
Stanley Kramer’in kaderin birbirine bağlandığı iki mahkumun serüvenlerinden Sidney Potitier’e Black Cinema ve Watermelon Man’den Shaft’a ve oradan da Spike Lee’ye geçen süreç ise kuşkusuz çok daha başka bir yazının konusudur.
VE MUDBOUND
Dee Rees’in yönettiği ve geçen hafta vizyona geren Savaştan Sonra/Mudbound’un, yeni şeyler söylemekle birlikte, olguyu 2. Dünya Savaşı sonrasında resmetmesi ile ilgi çekici olduğu söylenebilir. Missisippi’ye yerleşen beyaz ailenin “uygarlaşma” (!) serüvenine kimi anlarda sahici bir bakışla yaklaşan film, savaşın acımasız yüzüyle karşılaşan iki askerin, yurtlarına döndükten sonra ırkçılığın keskin yüzüyle bir kez daha karşılaşmalarını ele almaktadır.
Benzer ideallere sahip iki aile ekseninde, konuyu Oscar’lı 12 yıllık Esaret’ten farklı biçimde ve beyazların perspektifinden uzak durarak anlatmayı yeğleyen yönetmenin, kimi anlarda durağanlaşan anlatımı bir yana, en çok da oyuncu yönetimiyle alkışı hak ettiği söylenebilir. Mudbound, Jamie ile Ronsel’in mücadelesi ekseninde bir insanlık dersi olarak da nitelendirilebilir.
(Aydınlık, 09.03.2018)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN