Post image
Kimsenin kimseyi dinlemediği bir çağ!
Gülcan Tezcan
Uzunca bir süredir yazdıklarıyla, kitaplarıyla modern çağ insanına manevi hastalıklarına reçeteler sunan Prof. Kemal Sayar son kitabı “Beni Sessiz De Sevebilir Misin?”  ile de birbirimizi dinlemeye çağırıyor bizi. Hayatımızı sadeleştirerek ve başkalarının bakışı için yaşamaktan vazgeçerek şifa bulabileceğimizi hatırlatan Prof. Sayar’la şehir hayatının psikolojimize etkisini konuştuk.
– Depresyon yeniden konuşulur oldu bir aktörün intiharıyla. Kendimiz mi zorlaştırıyoruz hayatı bu kadar?
220820142246245406135_2Tabii. O kadar çok yük alıyoruz ki üzerimize bir süre sonra omuzlarımız çökmeye başlıyor. Aslında depresyon ruhsal açıdan taşıyamayacağımız kadar yükün sırtımıza binmesinden ibaret. Bazen bunu kendimiz seçiyoruz. Gündelik hayatın içerisinde her şeye talip oluyoruz. Kendimizi ispat etmek gibi bir derdin içerisine giriyoruz. Ya da kendimizi güçlü görmek istiyoruz. Ama ruhun ve insanın bir istiab haddi vardır. Onu taşıyamaz hale geldiği zaman çöküyor bazı şeyler. Hayatı sadeleştirmek bizi biz olmaktan alıkoyan, bizi bizden uzaklaştıran şeyleri azaltmak demek. Gerçek ve doğru olana daha fazla zaman ayırmak demek. Bunu ne kadar çok yaparsak, ne kadar çok kendimiz olabilmeyi başarabilirsek, ilişkilerde ne kadar sahici olabilirsek, başkalarının bakışı için yaşamazsak aslında o kadar şifa bulmuş oluyoruz.
SUSMALI VE ETRAFIMIZI DİNLEMELİYİZ
– Sosyal medya ile herkes konuşur, her konuda fikrini söyler oldu. Bu sağlıklı bir gidiş mi?
Hepsi kakafoni. Çünkü herkes en değerli sesin kendi sesi olduğunu düşünüyor. Son kitabımın ismi Beni Sessiz De Sevebilir Misin? Ve ilk yazılar sessizliğe bir methiye. Herkesin konuştuğu ve kimsenin kimseyi dinlemediği bir çağda birbirimizi işitebilme hünerine çok ihtiyacımız var. Nuri Pakdil’in çok güzel bir sözü vardır: “Dilimin döndüğü kadar sustum.” Hepimizin dilimizin döndüğü kadar susabilmemiz lâzım. Bakalım etrafımızdaki dünya ne diyor. Veya gidelim bir köşede sessizce kendi içimizi dinleyelim. Hepimiz Amerikan aksiyon filmlerindeki hıza alıştırdık zihinlerimizi; hep oradan oraya koşturmak istiyoruz. Ben de bundan beri değilim ve çok şikâyetçiyim. O aksiyondan geri durup sakin yaşamaya ihtiyacımız var. Yavaş ve sakin giderseniz hayatın içerisinde saklı bir sürü hikâye görebilirsiniz. Aksiyon filmi hızında giderseniz de bütün hikâyeleri kaçırırsınız.
– Zaman baskısı altındaki metropollerde hep bir yerden bir yere koşuşturmak gerekir. Bu insanları sinirli, telaşlı kılar.  Bunda şehir hayatının getirdiği temponun da etkisi yok mu?
Evet, genel olarak büyükşehir hayatına özgü bir problem. Köyde, Karadeniz’de, Güneydoğu’da,  insanların zamanı sere serpe biraz daha yayvan olarak kullanabildiği yerlerde bu problem daha az. Zaman baskısı altındaki metropollerde hep bir yerden bir yere koşuşturmak, yetişmek gerekir. Bu da insanları daha sinirli, daha telaşlı kılar. Zaman baskısı yüzünden normalde dikkat edeceğimiz hassasiyetlere de dikkat edemeyiz.
YABANCILAŞMA HAYALETİ KOL GEZİYOR
– Tahammülsüzleştiriyor galiba bizi bu koşturmaca?
Beni_Sessiz_de_Sevebilir_misinTabii. Çünkü bizi aynı şehirde yaşadığımız, aynı yolu kullandığımız insanlara rakip kılıyor. Bu yüzden şehirde yaşama kurallarının ve nezaketinin çok iyi oluşmuş olması lazım. Bir başkasının hakkı benim özgürlüğümün kısıtlanması anlamına gelmemeli. Şehirleri inşa ederken yaşam kültürü inşa edemedik. Batı Ataşehir diye bir yerleşim yapıldı. Yabancılaşmanın, ruhsuzluğun daniskasıdır orası. Bana oradan gelen dükkân sahipleri oluyor ve oradaki insan profilinin de o mimariden etkilendiğini, giderek birbirine yabancılaştığını söylüyorlar. Bir şehri inşa ederken yeşil alanları gözetmiyoruz, insanların bir araya gelebileceği boşlukları inşa etmiyoruz. Mabetleri düşünmüyoruz. Boş alanlar bir şehircilik ruhu ve felsefesi olmaksızın devasa yapılarla doldurulmuş. Bu da şehrin içindeki anlam ve ruh krizini tırmandıran bir hüviyete bürünmüştür. Bugün İstanbul’un uzayını kaplayan büyük binalar İstanbul’un anlam krizini tırmandırmaktadır. Bu kadar tarihsel bir şehirde artık yabancılaşmanın hayaleti kol gezmektedir.
MUTSUZLUK TAHAMMÜLSÜZ YAPIYOR
– Peki ne yapmak gerekir?
Önce bir şehrin felsefesinin, ruhunun dizayn edilmesi ondan sonra sıranın binalara gelmesi gerekir. TOKİ konutları maalesef kibrit kutularının üst üste dizilmesinden oluştu. Yepyeni bir mimari anlayış sökün edebilirdi. Bir fırsatın heba edildiğini düşünüyorum. Yeşillikle karşılaşmayan insan mutsuz olmaya mahkumdur.  Şehrin içinde yeşillik adaları yaratmak zorundasınız. Biz n’apıyoruz? En ufak yeşil alan olabilecek yeri betona boğuyoruz. Son 20 sene içinde gözlemleyebildiğim kadarıyla ‘Buraya çok güzel park yapılır’ dediğim her yer betonlaştı. Peki insanlar nerede nefes alacak? Nerede yürüyecek, nerede piknik yapacak? İnsanın mutluluğunu gözeten bir şehircilik anlayışına ihtiyacımız var ve bunu ben maalesef göremiyorum. Mutsuzluk da beraberinde tahammülsüzlüğü getiriyor.
(Star Cumartesi,23.08.2014)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN