8 Mart Dünya Kadınlar Günü sanki bir kutlama havasında geçti. Aslında pek kutlanacak bir gün değil bizce. Daha çok kadınların haklarının hatırlanması ve kamuoyunda gündeme getirilmesi için etkinliklerin yapılması gereken bir gün. Yine de çiçek almak, hatırlanmak kadınların hoşuna gitmedi desek yalan olur.
Kadın haklarında en öncelikli yaşam hakkı ya da insanca yaşama hakkının önündeki en büyük engel, kadına yönelik şiddet elbette. Haftayı kapatırken ilk evliliğini gördüğü şiddet nedeniyle sona erdiren Gamze Nur Ö., ikinci evliliğini de bitirmek için çocuklarını alarak evi terk etti. Taşındığı eve gelen kayınvalidesi tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
Şiddete daha kapsamlı bir şekilde bakınca, sona erdirilmesi için gereken acil önlemler, orta vadeli düzeltmeler ve uzun vadeli programlar yapılması gerekliliği çok aşikârdır. Acil önlemler, mevcut kanunların doğru düzgün uygulanmasıyla olacaktır. Yürütmenin kanunlardan haberdar ve alınacak önlemler konusunda tereddütsüz olması hayat kurtarır. Bu konuda ciddi eksiklik olduğunu duyuyorduk ancak Taraf Gazetesi muhabiri Tuğba Tekerek sayesinde net bir şekilde gördük. Öncelikle şiddete uğrayan tarafın şiddet gördüğü ortamdan ve kişiden ayrılması gerekiyor. İkinci ve orta vadeli adım, mevcut kanunların aksayan yönlerini ele alarak yeniden düzenlemekten geçiyor. Böylelikle yürütmenin elini kolunu bağlayan açıkları ya da sınırları şiddeti engelleyebilmek için düzeltme imkânına sahip olabileceğiz. Son olarak uzun vadede, şiddetin kaynağına inmek gerekiyor. Neden şiddet uygulanıyor? Şiddet bir çözüm aracı olarak mı görülüyor? Şiddet döngüsünde kadının rolü nedir?
Son soru, rahatsız edici olsa da cevaplanması gereken bir soru. Pek çok şiddet vakasında kayınvalide faktörünü açıkça görebiliyoruz. Tuvalete kitlenerek ölüme terk edilen Melek Karaaslan olayında da kayınvalide etkisi açıktı. Pek çok olayda var olan ancak bu kadar net ortaya çıkmayan erkeğin arkasındaki anne rolünü sorgulamadan şiddet sona erer mi? Aynı şekilde kadının kendi öz annesi de şiddete göz yuman, hatta azmettiren olabiliyor.
Acil önlem olarak şiddeti sonlandırmak için erkeği kınamak, erkeği cezalandırmak, evden uzaklaştırmak bir yöntem olabilir. Ancak uzun vadede işe yaramayacaktır. Çünkü bir tarafı mutlak suçlu olarak etiketlediğinizde, öfkeyi büyütür, şiddeti daha da körüklersiniz. Ayrıca şiddet uygulayan erkeklerin de birer anası olduğunu unutmamak gerekir. Hala çocuk eğitiminde dayağın bir terbiye yöntemi olarak kullanıldığını düşünürsek, erkeklere biraz fazla yüklenmiş olmuyor muyuz? Suçlamak zaten çözüm üretmez. Dışlayıp, cezalandırdığınızda gerilimi daha da arttırırsınız.
Erkek şiddetini sonlandırmak için camilerde Cuma namazları sonrasında hutbeler veriliyor. Erkeklerin toplu olarak bulunduğu yerlerde. Buna kadınların da toplu olarak bulunduğu yerleri eklemek lazım. Özellikle çocuk yetiştiren annelerin çocuk eğitiminde disiplin için dayak kullanmaması gerektiği üzerinde özenle durulmalı. Yaş ilerleyince edinilen davranış kalıplarının değiştirilmesi çok zordur. Ama küçükten başlayarak düzgün yetiştirirseniz, ileride düzen sağlamak için bu kadar uğraşmanız gerekmez. Çocuk yetiştirme alışkanlıklarına göre Türkiye ve Avrupa örneği üzerine güzel bir araştırma yapılmış. Yaşar Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Elif Durgel Jagtap, Türk annelerin “ceza” yöntemini kullanmaya ne kadar yatkın olduklarına dikkat çekmiş.
Ne diyelim, “rüzgar ekersen, fırtına biçersin” sözünü aklımızda tutarak çocuk yetiştirirken özen gösterelim.
İyi haftalar,
Umut Vakfı
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN