Post image
Jack London: Adalet Çığlığı

Necip TOSUN

Son günlerde yayınevlerinin gözdesi haline gelen Jack London, ülkemizde daha çok romanlarıyla tanınıyor. Hal böyle olsa da London’ın hayatından kesitler eşliğinde öykücü yönünün daha ağır bastığını görüyoruz.

Geçtiğimiz günlerde, ardı ardına Jack London öyküleri yayınlanmaya başlandı. Can Yayınlan Meksikalı, Kırmızı Kedi Yayınlan Midas’ın Müritleri’ni, Alfa Yayınları ise bir dizi Jack London öyküleri yayınladı. Aslında Jack London (1876-1916) pek çok yazar gibi daha çok romanlarıyla tanınmış olsa da, iki yüze yakın öykü yazmış, öykü türünün nitelikli ürünlerini vermiş aynı zamanda iyi bir öykücüdür. Deniz tutkusu, insan-doğa çatışması, vahşet ve ölüm temaları, kapitalizm ve sömürü onun öykülerinde işlediği ana temaların başında gelir. London serüven, korku, ölüm odaklı öyküleriyle tanındı. Dondurucu kutup bölgelerindeki hayatta kalma mücadelesi ve deniz merkezli unutulmaz serüven öyküleriyle insanın büyük mücadelesini gündeme getirdi. Kar sessizliğinin, dondurucu iklimin hangi hayatlan kararttığını öyküledi. Kurtlar, ren geyikleri, köpekler içinde insanın yaşama hırsını ustalıkla anlattı. Deniz insanlarının denizle mücadelesini, beyaz adamın yerlileri sömürmesini gündeme getirdi.

İNSAN ZAYIF BİR VARLIKTIR

London sıradan ve günlük olaylardan çok garip ve olağanüstü olayların peşine düşmüştür. Bu yüzden o vahşi beldelerin vahşi yaşamlrını hikâye etmiştir. Öykülerine bakılırsa onun için hayat bir arena, bir döğüş alanıdır ve ancak güçlü kalanların yaşamaya hakkı vardır. Bu yüzden tüm kahramanlarını bu arenaya, ölüm-kalım savaşına sokar. İnsan doğal yaşamında, yabanilikle karşılaştığında uyum yeteneğini ortaya çıkarmazsa yok olacağını pek çok öyküde hikâye eder. Onları ya dağ başında aç susuz doğanın kucağına ya da batmış bir gemi enkazının son kalıntılarında denizin ortasına bırakıp mücadelelerini gündeme getirir. Joyce Carol Qates‘in dediği gibi: “Jack London ‘Yerçekimi’nin esas hikâyesini belirlemişti: Hayatta kalmak.” Bütün bu öykülerinde Darvin, Mark ve Nietzsche’nin yansımalarını görmek mümkündür.

London, gerçeği eğip bükmeden yaşamdaki en sade, en saf ve en korkunç haliyle okurun karşısına çıkarırken, sarsıcı bir etki bekler. Çünkü çıplak gerçeklik hiç kimsenin kabullenemeyeceği bir şeydir. İnsanın ne kadar küçülebileceğini, hayatta kalabilmek için neler verebileceğini anlatırken, insanın aslında ne kadar zayıf bir varlık olduğunu hikâye eder. Hasta bir kurt ile yaralı, aç bir adamı acımasız doğa koşullarında yan yana getirerek aslında yaşama hırsı anlamında aralarında hiçbir farkın olmadığını, nasıl birbirini yemek için fırsat kolladıklarını kabullenilmesi zor bir gerçeklik olarak aktarır. İnsanın gerçek yüzünün, ruhunun ancak ölümle karşılaştığında ortaya çıkabileceği gerçeğinden hareket ederek insanları ölümle yüzleştirir ve onları ölümle burun buruna getirir. George Orwel‘in deyişiyle, “Jack London, acımasızlığı anlatmakta başarılı bir yazar; ana temasıysa doğanın acımasızlığı ya da çağdaş yaşamın herhangi bir değeri… Yaşam vahşi bir mücadele ve zaferin adaletle ilgisi yok.”

jack

ALTIN ARAYICI, GEZGİN VE MUHABİR

London’un hayatı incelendiğinde yazdıkları ile yaşadıklarının iç içe olduğu, büyük çoğunlukta yaşadıklarını, duyduklarını, tecrübelerini hikâye ettiğini görürüz. Onda yazı ve yaşam birbirinin aynası gibidir. Neredeyse yazmak için yaşamıştır denilebilir. Bir gezgin, serüvenci, avare olarak tüm yazı kaynaklarını buradan almıştır. Alaska’da altın arayıcılığı, Pasifik Okyanus’u aşarak Japonya’ya yolculuk, Rus-Japon savaşında savaş muhabirliği yapmış, bütün bunları eserlerinde işlemiştir. O da tıpkı Hemingway gibi bir serüven tutkunudur. İkisi de serüven odaklı yazmasına karşın Hemingway olaydan sonraki izleri, etkileri anlatırken, London bizzat olay anını anlatır. İkisinin de hayatının intiharla sonuçlanmış olması ilginçtir.

Onun öyküleri klasik anlatıma yaslı, olay öyküsü olarak kurgulanır. Serüven, merak, heyecan duygularından beslenir ve çarpıcı sonlara ihtiyaç duyar. Vahşet, ölüm öykülerinin ana temasıdır. İnsanlar âdeta birbirlerini yok ederek var olabilecekleri bir ortamda yaşarlar. Yaşanan hayat vahşi ve acımasızdır. Dinmek bilmeyen fırtınanın ortasında yiyecek ve sudan mahrum insanların canavarlaşmasını hikâye eder. Çetin, korkunç yolculuklara çıkan insanları anlatır. Hayatı kanla satın alan insanları, kana bulanan dünyaları anlatır. Onun öykülerinde sanki insanlar bir yere toplanmış, yüzlerini savaş boyalarıyla boyamış ölüme koşmaktadır. Herkes er ya da geç ölümle sınanırlar.

Sert, acımasız yaşam koşullarında, cesaret ve korkaklığı, erdem ve fazileti örnekler. İnsanların kayıtsızlığı, merhametsizliği ve kapitalizmin zalimliğini öykülerinde ağırlıklı olarak işler. İnsanlar genel anlamda çıkarcı, menfaatçidir. Adaletin gerçekleşmesi umurlarında bile değildir. Kapitalizm ise her şeye para ve üretim açısından bakmaktadır. Kapitalizmin kontrolsüz ve saldırgan bir şekilde var olduğu 20. yüzyılın başlarında, Amerika gibi bir toplumda, sistemi, kapitalizmi eleştirmiş ve sınıf bilincinin yanında, sosyalist bir tutum takınarak öykülerinde, sınıf çatışmalarını, işçilerin ezilmelerini, sömürüyü, bozuk düzeni gündeme getirmiştir. Yaşadığı dönemin toplumsal adaletsizliklerini, haksızlıkları sert bir dille gözler önüne sermiştir.

AMERİKAN YASAM TARZINA MUHALİF DURUŞ

Jack London, soğuk savaş dönemine rast gelmemiş sosyalist düşünce ikliminde eserler üretmiş bir ABD’li yazardır. Ancak Amerikalılar onun siyasi düşünceleri fazlaca önemsemezler. Dönem, sosyalizmin henüz tehlike olarak görülmediği bir zaman dilimidir. Vahşi kapitalizmin ilk görünümlerini, işsizliği, sınıf savaşlarını hikâye ederken zaman olarak bu anlamda şanslıdır. Eserlerine yansıyan sosyalist kimliği yakın dönemde olsaydı epey sorun yaşayacağı açıktır. 1950’lerdeki tüm dünyayı saran komünizim tedirginliğini ABD’deki cadı avını o görmedi. Belki de bu sosyalist kimliğinden dolayı uzun süre ABD’de unutturulmaya çalışılmış, gençlik/macera hikayecisine indirgenmiştir. Kuşkusuz London dönemin tanığı olarak nitelikli öyküler yazmış, bir dönemi çağın en etkili olan öykü sanatıyla yansıtmıştır.

Can Yayınları arasında yayınlanan Meksikalı onun en iyi öyküleri toplamıdır. “Dönek”, “Meksikalı”, “Tarihten Bir Yaprak”, “Çizginin Güney Tarafı”, “Çinago” gibi iyi öyküleri bu kitapta yer alır. “Dönek” öyküsü onun en güzel öykülerinden biridir. Öyküde kapitalizm, sömürü ekseninde, varolmak, yaşayabilmek çocuk yaşlarından başlayarak çalışmak zorunda kalan işçilerin, insanlıklarından çıkarak nasıl makinenin bir parçası hâline geldikleri anlatılır. Kitaba da adını veren “Meksikalı”da, Meksika’da devrim için gerekli olan parayı, hayatını ortaya koyarak, büyük bir mücadele sonrasında kazanan Rivera’nın insanüstü mücadelesi gündeme getirilir. “Tarihten Bir Yaprak” öyküsünde, köle ve sahip daha doğrusu kapitalist ve işçi ilişkilerini incelerken, işçi sınıfının ancak okuma yazma öğrenerek bilinçleneceği, böylece sömürücülerin sonunun geleceği işlenir. “Çizginin Güney Tarafı”nda, grev, sendika, sınıf bilinci, gösteri kelime ve kavramları etrafında, sınıf ayrımcılığı ve mücadeleler gündeme getirilir. “Çinago” onun en güzel öykülerinden bir başkasıdır. Haksız yere öldürülen kahramanın ölüm yolculuğu, insanların kabalığı, acımasızlığı ve adaletsizliği ile iç yakıcı bir drama dönüşür.

Kırmızı Kedi Yayınları arasından çıkan Midas’ın Müritleri kitabındaki “Midas’ın Müritleri” ve “Hayatın Kanunu” London’un iyi öykülerindendir. Onun öykülerinde işlediği ana temalardan biri de doğal yaşam ortamında, hayatta kalma mücadelesi veren insanların dramı olmuştur. Doğa hayata bir görev, bir kanun vermiştir. Güçlü, çevik olanlar kalacak, cılız, güçsüz olanlar ölüp gidecektir. Kendisi de bu kanundan kaçamayacaktır. Toprağın bağrında doğmuş, toprağın bağrında yaşamış olan ihtiyar bu kanuna yabancı değildir. Sürünün gerisinde kalmış ihtiyar bir geyik nasıl kurtlara yem oluyorsa, kendisini bekleyen de aynı akıbettir. Şimdi ormanda, karlar altında sadece yanan odunları vardır. Bir süre sonra aç kurtlar etrafını sarar. Yapayalnız ve korunaksızdır.

Jack London Vahşetin Çağrısı, Deyaz Diş, Deniz Kurdu, Martin Eden romanlarıyla bilinmesine karşın hiç kuşkusuz onun asıl başarısı öykü sanatının iyi örnekleri olarak andığımız bu öykülerdedir. Mark Twain‘den sonra bu türün dünyada tanınmasında, sevilmesinde öncülük etmiş, Amerikan yaşam tarzına muhalif duruşuyla da Dos Passos, Steinbeck gibi yazarlara yol açmıştır. Kırk yaşındaki vefatı öykü sanatı açısından bir kayıp olmuş, ancak 1900’lerdeki toplumsal adalet konusunda attığı çığlık günümüzde hâlen yankılanmayı sürdürmektedir.

(Yeni Şafak Kitap, 14.09.2016)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN