Gülçiçek YILDIRIM
“Sevdiğini Öldürmek Bizde Aile Geleneği” sonuna kadar katilin kim olduğunu bilmediğimiz soluk soluğa bir cinayet romanı. Aynı zamanda bir aile trajedisi. Yoksa komedisi mi demeliydik? Ece Gamze Atıcı bizi gizem, komedi ve trajedi yüklü bir polisiyeyle baş başa bıraktığı romanını anlattı…
“Sevdiğini öldürmek Bizde Aile Geleneği” çok sürükleyici bir polisiye hikâye, ama mizah yönünden de çok zengin bir roman. Diğer kitaplarınızdan mizaha alışkınız, fakat polisiye için yeni bir tecrübe diyebiliriz. Sizin için de bu kitabı diğer kitaplarınızdan ayıran bir özellik var mı?
Ben bir tür gözeterek yazmıyorum. Elimdeki ana karakterlere ve meramlarına bakıyorum. Ona göre önümde bir yol beliriyor. Eğer hikâyede cinayet varsa, vardır. Burada merak unsuru olan, katilin kim olduğunu bilmememiz. Çünkü bize hikâyeyi kurban anlatıyor. Ve nasıl, kimin tarafından öldürüldüğünü o da bilmiyor. Biz de onunla birlikte öğrenmeye çalışıyoruz. Benim için de süreç aynıydı, ben de yazar olarak başta bilmiyordum. Ben de karakterleri ve dertlerini anladıkça suları çözmeye başladım. Final beni de şaşırttı. Yani polisiye yazayım diye masanm basma geçmedim. Hikâye öyle gerektirdi. Soruya dönecek olursak, her kitap bir diğerinden farklı. Hem içerik olarak hem de bende bıraktığı his olarak. Sadece bu kitap yıllardu yazmayı hayal ettiğim bir kitaptı. Aileyle ilgili bir şey yazmak istiyordum. Bu, yazarlık hayallerimden biriydi. Hikâyenin çifte cinayetle gelmesi işi daha da ilginç kıldı tabii.
® Kitabın hemen açılışında iyi aile ve daha iyi aile tanımları var. “İyi ailelerde sırlar sonsuza dek taşınır. Daha iyi ailelerde ise sırrınızı en yakınınızdakinden saklamanız gerektiğini bilirsiniz.” Bu fikirden yola çıkarak iyi aile yoktur diyebilir miyiz?
İyi aile bir fantezidir diyebiliriz. Hayaldir. Herkesin kendisinde olmasını istediği, olduğunu var saydığı, ama hakikatte bir çaba ya da gösterişten ibaret olan… iyi aile mümkün olsa da hakikatten uzaktır. Kitaptaki fikir bu yönde. Aile idealize edildiği için, içinde yaşaması güçleşen bir müessese. Hep olmayanın peşinde, bir hayalin ucunda, adeta gökkuşağı gibi. Benim fikrimi soruyorsanız mümkündür. Ben hayalperest biriyim. Romantiğim. Bütün bunlara inanabilirim. Daha güzel bir dünya, başka evrenler, yaşadığımız her şeyin yüksek teknoloji sahibi bir uygarlığın yazdığı bir simülasyon olduğu fikri falan… Bunların hepsi benim için uygun.
® Bu kitapla ilgili şimdiye kadar aldığınız en güzel övgü ne oldu?
Bu kitapla “içim coştu” dedi bir okur. Benim de yazarken tam olarak hissettiğim buydu. Yazarken fazlasıyla coşkuluydum ve kitabın yaşamla ilgili çok fazla yüksek hissi olduğunu söyleyip duruyordum. Demek ki coşku direkt geçmiş dedim. Tabii bir de şu var: Yaşamın tek ve telafisiz olduğunu söyleyen bir karakterin ağzından dinliyoruz hikâyeyi. Üstelik ölü birisi. Yani hem ölümü hem yaşamı, iki tarafı da bilen biri yaşamdan bahsediyor. “Ne olursa olsun yaşam büyüktür ölüm” diyor. Dolayısıyla bu yorum beni epey mutlu etti. Doğru yaptığımı hissettim. Bir de bir okur, “okudukça aileyle ilgili acım diniyor” dedi. Bu da duyduğum en kıymetli yorumlardan biri.
® Karakterlerinize isimlerini nasıl seçiyorsunuz? Neden Gönül’ün adı Gönül mesela? Ya da neden kitap boyunca bizi rahatsız eden ailenin adı Hikmet Ailesi?
Gönül, direkt ismiyle geldi. Basma gelenleri ve onu çevreleyen dünyayı anlatırken, bayağı adı soyadıyla gelip tanıttı kendisini bana. Oturup bunu düşünmedim. Hımm, demek ki Gönül’ün hikayesini anlatacağım dedim. Yazarlığın temelde sezgi ve düşüncenin birleşiminden oluşan bir iş olduğunu varsayarsak, ben sezgi yönünden daha gelişmiş bir yazarım. Önce hikâyeyi ve onu anlatanı seziyorum, sonra konuya çalışıyorum, önce sezgi geliyor, sonra düşünce. O yüzden Gönül’ün neden Gönül olduğu sorusuna bir cevabım yok. Hikmet Ailesi’ne gelince… Burası da düşünce büyüktür sezgi kısmı. Orada küçük bir espri olabilir. Zira o ailedeki herkeste eksik olan en önemli şey “hikmet.”
® Kitabın kapak tasarımı oldukça ilgi çekiyor. Hipnotize edici ve merak uyandırıcı bir etkisi var. İlk fikir nasıl ortaya çıktı?
Hikâyenin tam kalbinde o kitabı tanımlayan bir sembol var. Her kitabımda vardır bu. Bu kitabınla de saç kurutma makinasıydı. Aynı zamanda bu hikayedeki cinayet aleti. Ve romandaki iki başkahramam, yani iki anlatıcı arasındaki ilişkiye işaret ediyor bu obje. Biraz daha anlata sam çok fazla ipucu vermiş olurum.
® Bir kadın yazar olarak edebiyat dünyasında kendinizi nerede görüyorsunuz?
Ben kendimi yazar olarak görüyorum. Kadın yazar diye özel olarak belirtildiği zaman bir tuhaflıktan, bir sua dışılıktan bahsettiğimiz belli oluyor. Kadınlardan yazar olmalarının beklemediğim açıkça belli eden bir ifade bu bana göre.
® Her yazarın kendine has çalışma alışkanlıktan olduğunu biliyoruz. Sizinki nasıldır?
Her kitabın çalışma saatleri ve şekli kendine has oluyor. Ama her birinin ortak bir özelliği var. Hepsinin en zor kısmı en başı. Yani anlatıcının sesinin tam oturmasından hemen önceki kısım. Yani kafamda bir ses oluyor, karakter yani. Onun da bir meramı oluyor. Bunlar tam netleştiğinde işler daha kolay. Genel hatlarıyla sabah erken kalktığım, fırsat buldukça spor ve uzun yürüyüşler yaptığım, geri kalanını da masa başında geçirdiğim iki yıl diyebilirim. Yani yazarlık son derece disiplinli bir iş. Düzenli ve daha içe dönük bir hayat gerektiriyor. Hikâyenin içine o kadar gömülmüş oluyorsunuz ki insanlarla konuşacak başka bir şeyiniz kalmıyor. Yeni âşık olmuş biri gibi. Sosyalleşmek de zor. Sürekli çok yüksek duygular içinde oluyorsunuz. Sizden başka kimsenin bilmediği bir şeylerle ilgili heyecanlanıp duruyor Eşlik edilmesi kolay bu ruh hali değildir herhalde. Heyecan ve gerginlik arasında gidip geliyorsunuz. Bittiğinde de garip bir huzur ve hüzün. Bu kitabın hikayesi çok uzun süre içinde tuttu beni. O yüzden değiştirdi de… Beni yeniden yoğurdu bir nevi. Bunun için de minnettarım. Çalışma ortamım da mümkün olduğunda az eşyanın olduğu, dağınık olmayan ve sessiz bir oda.
Öldürmek Bizde Aile Geleneği
Ece Gamze Atıcı
Doğan Kitap
336 sayfa
(Posta Kitap, 13.03.2020)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN