Türk Psikologlar Derneği “Çocuklar duydu” etiketiyle bir açıklama yapmış ve çocukları şiddet içeren olaylardan koruma çağrısında bulunmuş:
“TV, gazete ve sosyal medyayı kullanan, facebook, twitter hesapları olan çocukların neleri izlediği düzenli takip edilmeli. Çocukların yanlarında onları korkutacak haber ve konuşmalardan kaçınılmalı. Çocuklar çevrelerindeki konuşmaları dinlemiyormuş gibi gözükse de esasında birçoğunu dinlemekte ve kendilerine göre çok değişik yorumlar yapabilmekte…”
Aylardır bu güzelim memleketimizde yaşanılanları duymayan, işitmeyen mi var ki çocuklar da duymasın… Böyle bir şey olanak dahilinde mi?
Bu korku ortamını yaratmak isteyenler sevinsin, herkes korkuyor…
Geleceği çocuklarımıza bırakmayacak mıyız? Anneler-babalar ellerinden geldiğince onları koruyor. Ama bir seçim sonrasında başlayan katliamlar yeni bir seçim sonrası duracak mı, endişesindeyiz, kaygısındayız…
Televizyon haberlerinde, şehit olan bir askerin küçücük oğlunun, üzüntü içerisinde, “Babamı şimdi toprağın altına mı koyacaklar” diye sormasını izlediniz mi?
Yine bir çocuk: Veysel… Onun katledilmesini isteseniz de, istemeseniz de izlediniz… Yaşanılan kaotik ortamın düzeltilebilmesi, her gün insanların öldürülmemesi için “BARIŞ” diye haykırmak için babasıyla birlikte Ankara’daki mitinge gelen ve Amerika’nın Ortadoğu’yu şekillendirme gayesi kapsamında kullanılmak üzere oluşturulan IŞİD’e yaptırılan katliamda, babası İbrahim Atılgan’ın da aralarında bulunduğu 104 kişiyle birlikte hunharca katledildi Veysel…
Maalesef çocuklar direkt şiddet sarmalının içinde… Daha düne kadar da olayları yatıştırması gereken polislerin direkt hedef gözeterek attıkları gaz fişekleriyle ölmüyor muydu çocuklar…
Gazetelerde, Ankara katliamıyla ilgili iddialara göre, mitinge saldırı ihbarının yapıldığı, canlı bombacıların Başbakanlığa, Cumhurbaşkanlığı’na ihbar edildiği yazılıyor… Ki zaten aylardır, yıllardır bir takım gizli eller tarafından çocukları IŞİD’e devşirilen aileler, polise “Ne olur çocuğumu kurtarın, tutuklayın” diye yalvarmıyor mu?
Ne yapılıyor?
Hiçbir şey…
Hatta Başbakan katliamdan sonra çıkıp “Elimizde canlı bombacıların listesi var, ama eyleme geçmedikleri için tutuklayamayız” açıklamasını yapabiliyor… Ve bombacıların isimleri açıklanıyor… İnsan ister istemez şaşırıyor… Türkiye’de iseler rahatlıkla kaçabilsinler, diye mi böyle bir şey yapılıyor acaba?
Sonuçta Ankara katliamını yapanların da bu listede olduğu ortaya çıkıyor… Katliamı yaptılar, şimdi parçalanan bedenleri mi tutuklanacak!..
Oysa suçsuz yere pek çok insan, sadece bir ihbarla gözaltına alınıp yıllarca yatmıyor mu? Bu ülkeyi yönetenler daha dün Genelkurmay başkanını, kuvvet komutanlarını, bilim adamlarını, gazetecileri, çeşitli derneklerin başkanlarını bile düzmece iddialarla içeriye tıkmadı mı?
Kürt devleti projesinin bir parçası
Yeşil kuşak projesi kapsamında çok büyük oyunlar döndüğü bir gerçek. Yargıtay’daki Ergenekon davasının temyiz duruşmasında da paşalar tek tek çarpıcı savunmalarını yapıyorlar. Eski Ege ve 1. Ordu Komutanı Emekli Orgeneral Nusret Taşdeler, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Ortadoğu bölgesinde gerçekleştirilmeye çalışılan “büyük proje”nin ve “büyük oyun”un hedefinin mevcut siyasi sınırların, projenin asıl sahibi ABD’ye ve onun stratejik ortakları olan batılı devletlere müzahir yeni oluşumlara imkan verecek şekilde değiştirilmesi olduğunu vurguluyor… “Hemen güneyimizde, ‘denize açılımı olan, müstakil, birleşik bir Kürt devletinin kurulması’nın amaçlandığı ve Türkiye’nin de bu projede ‘edilgen devlat’ olarak konumlandırıldığı anlaşılmaktadır” diyen Emekli Orgeneral Taşdeler, bugün ülkemizde ve güney sınırlarımızda gelişen olayların iç ve dış güvenlik boyutlarıyla tehlikeli bir mahiyet arz etmesinin nedeninin bu olduğunu söylüyor…
Büyük projenin gerçekleştirilmesi için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin caydırıcılık yeteneğini, kendine güvenini ve insiyatifini kaybedecek şekilde zayıflatılmasının amaçlandığını anlatan emekli Orgeneral, Türkiye’nin bu projede kendisini biçilen rol çerçevesinde her türlü emrivaki ve zorlamayı çaresizce kabule hazır “piyon devlet” haline getirildiğini ve yargı eliyle başlatılan ihanet çerçevesinde Ergenekon, Balyoz ve benzeri davaların açıldığını belirtiyor…
Çocuk Ergen Danışmanı Dr. Obengül Ejder, ülkedeki şiddet olaylarının depresyon nedeni olduğunu vurgularken psikanalizin sadece kişisel problemler için değil sosya/politik problemleri anlamak için de kullanılması için çalışmalar yapan ve geçtiğimiz günlerde Mary Sigourney Psikanaliz Ödülü’ne layık görülen Prof. Dr. Vamık Volkan, Türkiye’de psikanalizde “ruh katliamı” olarak anılan bir durumun yaşandığını belirtiyor. Prof. Dr. Volkan, Türkiyelilik kimliğinin dini bir kimlikle değiştirilmek istenmesinin ve dünyanın pek çok yerinde dinin politika aleti olarak kullanılmasının trajedilere yol açtığına dikkat çekiyor.
Eşi Necip Hablemitoğlu’nu 2002 yılında evinin önünde uğradığı suikastte kaybeden, sosyal ve toplumsal psikoloji üzerine çalışmalar yapan Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu ise Ankara katliamını Amerika’nın Sesi’ne şu şu sözlerle değerlendiriyor:
“Biz bir enkazın altında kaldık. Türkiye için farklı bir etkide bulunan ağır bir yıkım oldu. Nedenine gelince kayıplarımız arasında 9 yaşında bir çocuğumuz, 70 yaşında bir dedemiz, oradaki bir simitçi amcamız, henüz ailesiyle birlikte Ankara’ya yeni göç etmiş bir gar çalışanımız var. Ailesi daha iyi olanaklarda yaşasın diye göç etmiş bir aile reisiydi. Türk toplumu şu anda travma yaşıyor, öfkeli bir travma yaşıyor…”
Türkiye’de acil olarak devlet eliyle toplumun sorularına yanıt verilmesi gerektiğinin de altını çizen Hablemitoğlu, ancak Türkiye’de travma tedavisini gerçekleştirecek yönetsel bir yapı olmadığını söylüyor. O katliamda Siirtli bir aileden 18 kişinin birden hayatını kaybettiği bilgisini anımsatan Hablemitoğlu, canı yanmış, ölümlere kurban verilmiş insanları unutamayacak yakınlara, o ölümlere tanıklık etmiş insanlara neler yapılacağını planlamak gerektiğini vurguluyor.
Artık siyasetimizde öfke yaratan, insanları ayrıştıran provokatif dilden vazgeçilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Hablemitoğlu’nun uyarıları önemli:
“Yoksa iş, çok başka yerlere doğru gidiyor. Birlikte sevinemeyen, birlikte üzülemeyen bir topluma dönüştük ve çok başka bir noktaya gidiyoruz. Bunun sonuçlan her birimizi kuşatır ve etkiler. Bu sadece toplumsal tüm kesimleri etkilemekle kalmaz, toplumdaki yöneticileri de etkiler…”
Türkiye’de insanlığa zarar verilmiş fotoğrafa iyi bakılması gerektiği görüşünü paylaşan Hablemitoğlu, hükümet cephesinden yapılan “intihar bombacılarını rehabilite etme” gibi açıklamaları da eleştiriyor. Politikacıların, ülkeyi yönetenlerin sağlıklı bir tavır takınması gerektiğini söylüyor.
Hablemitoğlu’nun da dediği gibi; toplumsal endişenin ve her an ölümle karşılaşma travmasının arttığı ülkemizde, yöneticilerin, siyasetçilerin dayanışmayı teşvik edecek açıklamalar yapmalarını bekliyoruz…
İyi haftalar
Umut Vakfı
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN