Post image
İşte şimdi binlerce kadını öldürdünüz…

 

İlginç…

İmzalayan da, fesheden de kendileri…

Gerçekten ilginç…

Nasıl olmuşsa, eminiz Türkiye Cumhuriyeti nüfusunun büyük bölümünün ruhu bile duymamıştı 11 Mayıs 2011 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti adına iktidar partisi olarak imzaladıklarında… İstanbul’da imzaya açıldığı için “İstanbul Sözleşmesi” olarak anılıyordu ve 10 Şubat 2012 tarihinde 2012’ye 2816 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla onanmıştı: Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi…

Haaa, o günden bu güne ne kadar uygulandı tartışılır… Kadınlar; bu sözleşme iktidar partisi tarafından imzalanıp, Bakanlar Kurulu kararıyla da yürürlüğe sokulduğundan bu yana korundu mu, daha mı ileri gittiler, cinsiyete dayalı eğitim politikaları, uygulamalar terk mi edildi, erkeklerle gerçekten her alanda eşit haklara sahip oldular mı, tüm bunlar da tartışılır…

Kendinizi 10 yıl öncekinden daha ileri de hissediyor musunuz? En başta bir kadın cinayeti işlendiğinde; bu sözleşmeyi imzalayan iktidarın partisine mensup erkekleri geçin, kaç kadın milletvekili ortalığı ayağa kaldırdı?

Tarafsızca her kes; gümbür gümbür ayağa kaldırsaydı ortalığı, bugün hala her gün bir kadın veya kız öldürülür müydü? En çok korunulacağı düşünülen aile ortamlarında bile çocuklar aile içi cinsel tacize uğrar mıydı?

İşte o kadın milletvekilleri yarın seçim olduğunda sizlere gelip yine oy isteyecekler unutmayın, erkek vekiller de…

İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli özelliği, biyolojik veya hukuki, ailevi bağ olup olmadığına bakılmaksızın ev içi şiddetin (örneğin eski veya mevcut eşler, evlilik dışı partnerler, birlikte ikamet edilen aile fertleri, akrabalar veya birlikte ikamet edilen başkaları tarafından yöneltilen şiddetin) ve kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin standartlar öngören ve Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk belge olmasıdır.

Kadınlar ve erkekler arasında hukuki ve fiili eşitliğin gerçekleştirilmesinin kadına yönelik şiddeti önlemede anahtar bir unsur olduğunu benimseyen Sözleşme, kadınlara yönelik ayrımcılığı da yasaklamaktadır.

İstanbul Sözleşmesi, daha önce kabul edilmiş kadınlara yönelik ayrımcılık ve şiddetle ilgili uluslararası standartları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve BM Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi’nin içtihatlarını ve öğretideki görüşler yanında en iyi ülke uygulamalarını da kodifiye etmiştir.

Sözleşme, hem özel alandaki hem kamusal alandaki şiddeti yasaklamaktadır. Sözleşme, yalnızca barış dönemlerindeki değil, silahlı çatışma dönemlerindeki ve silahlı çatışma sonrasında devam eden şiddeti de yasaklamaktadır.  “Toplumsal cinsiyete dayalı” ayrımcılık ve şiddeti temel almıştır ve toplumsal cinsiyeti tanımlayan ilk uluslararası belgedir.

Sözleşme’de, ekonomik zarar veya ekonomik ızdırap da kadına yönelik şiddet biçimlerinden biri (ekonomik şiddet) olarak tanımlanmıştır.

Sözleşme, taraf devletlerden, belli koşullar nedeniyle şiddete açık hale gelmiş olan güç durumdaki kadınların özel ihtiyaçlarının göz önünde bulundurulmasını talep etmektedir.

Sözleşme, yalnızca Sözleşme’ye taraf devletlerin vatandaşı olan kadınlar için değil, sığınmacı ve hukuki durumu ne olursa olsun göçmen kadınlar için de koruma sağlamaktadır.

Yani tamamen insan hakları temelli bir sözleşme…

Aslında doğal yaşamda, doğadaki her canlının yaşam hakkı, hakları vardır… Bunun için sözleşmelere bile gerek yoktur… Ama geri kalmış toplumlar başta olmak üzere yaşamda; maalesef zorlamalara, hak ihlallerine karşı zaptı rap altına almak için sözleşmelere gerek duyuyoruz…

Medyayı iyi izliyor muydunuz bilemiyoruz, ama sözleşmeye karşı çıkanlar aslında hiç de fazla değildi… Kadını eksik etek olarak gören, kadının her türlü şiddete karşı “kol kırılır yen içinde kalır” demesi gerektiğini düşünen üç-beş erkek ve bazı tarikatlardan zaman zaman eleştiri geliyordu…

İddiaları neydi?

“Toplumun temeli olan aile yapısına dinamit koyuyor…”

Ve yıllardır direnen, sözleşmeyi imzalamış bulunan iktidar sonunda bu eleştirileri yapanlara karşı geri adım attı… Yani bir anlamda bu eleştirileri yapanlara teslim oldu… Sözleşmenin “9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3’üncü maddesi gereğince” feshedildiği açıklandı…

Bu ülkede güzel olan şeylerden; ülkenin kalkınmasını, gelişmesini istemeyen, insanının gelişmesini istemeyenlerin saldırılarıyla hem de o güzel şeye ön ayak olan iktidarların kendilerinin geri adım atması sağlanarak vaz geçilir… Yani bu ilk değil… Anımsayın; “Köy enstitüleri” reformundan, halkın aydınlanmasından rahatsız olanların baskısı sonucu vazgeçilmesi olayını…

Yani halk değil, bazen siyasi partiler de yaptıklarının arkasında durmalı, eleştiriler karşısında direnmeli…

Evet; “Toplumun temeli olan aile yapısına dinamit koymaya” gelince… E be kardeşim; sen evindeki kadınına, evindeki her hangi bir bireye aile olarak sarılırsan, sevgiyle, saygıyla kucaklarsan kim senin aile yapına dinamit koyabilir ki?

Umut Vakfı olarak; tüm siyasi partilere  bu toplumun yarısının kadınlardan oluştuğunun farkındalığını akıllarından çıkarmamalarını tavsiye ederken  “ülkede kadına yönelik şiddet ve cinsiyet ayrımcılığı, artan kadın cinayetleri” gibi konularda tablonun giderek kötüleştiğine dikkat çekmek istiyoruz… Elbette ki; aile yapısı önemli… Ama ya şiddet… Daha mı az önemli…

Ailede ve her alanda şiddetin önlenmesi için siz siyasi partiler TBMM’nde ne yapmayı düşünüyorsunuz? Kadına yönelik şiddetin kaynağında ne yatıyor? Aile içi şiddete yönelik çözüm önerileri nelerdir? Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde hep birlikte bu konuyu masaya yatırıp, ailedeki şiddetin bitmesini nasıl çözeceksiniz? Sözleşmeleri yok ederek şiddeti çözemezsiniz… Bunun vebalinden kurtulamazsınız…

İyi haftalar

Umut Vakfı

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN