Serpil YILMAZ
Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu ve “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen, “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” nden çekilmesi tartışmasına, iş dünyası bitaraf kalmadı!
22 Temmuz’da TÜSİAD’dan yapılan “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” açıklamasını; Koç, Borusan, Eczacıbaşı grupları ve Sabancı Vakfı izledi.
★★★
2011 yılında imzalanan ve 2014 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin imzasını çekmemesi yönünde bir çağrı da Rahmi Koç’un “Onursal Başkan”, Cem Kozlu’nun Yönetim Kurulu Başkanı olduğu; siyasetçi, diplomat ve iş insanlarından oluşan Küresel İlişkiler Forumu’ndan (GIF-GRF) geldi.
IWF Türkiye Yönetim Kurulu ve W20 (Kadın 20) Kurucu Başkanı Dr. Gülden Türktan da İstanbul Sözleşmesi’nin yanlış bir algıya dönüştüğünü vurguluyor:
“Herkesi kadına saygıya davet ediyoruz. Aksi şekilde kadını hor göreceğiz, başta aile içi şiddet olmak üzere her türlü şiddete müsade edeceğiz ve yarınlara travmalı çocuklar yetiştireceğiz!” deriz.”
★★★
Dr. Saliha Okur Gümrükçüoğlu’nun Yönetim Kurulu Başkanı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kızı Esra Erdoğan Albayrak’ın Başkan Yardımcısı olduğu KADEM İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması yerine ‘rahatsızlık yaratan’ maddelerde hukuki düzenleme yapılmasını önerdi.
Toplumsal cinsiyet ifadesinin “kadın ve erkeğe” işaret ettiğini vurgulayan dernek, eş cinselliği “sapkın eğilimler” olarak tanımladı.
★★★
İstanbul Sözleşmesi’nin “İ”sini okumamış kesimlerin itirazlarını teker teker anmayı gereksiz buluyorum.
Özetle iki argümanı kullanıyorlar: 1- Aileyi yıkıyor 2- Eşcinselliği özendiriyor…
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun, “İlkokulda erkek ve kız çocukları aynı tuvalete girmeye zorlanamaz” gibi konu dışı örneklemeleri, “siyasi kardeşlerinin” fikriyatını özetliyor.
Karamollaoğlu’nun “aile içi şiddet” yorumu da kadını suçlayıcı bir ton taşıyor:
“Kadın telefon açıyor, polis gelip durduk yere adamı alıyor. O da ‘Sen bana bunu yaparsan, ben de senin canına okurum’ diyor, gidip kadını öldürüyor.”
★★★
2012 yılında çıkartılan “6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Yasa” çerçevesinde alınan “uzaklaştırma” kararları; kadını-erkeği-çocuğu-aileyi koruyor.
Yasa aileleri; başlangıçta kimilerince “durduk yere” denilen, ancak sonu kadın cinayetine kadar varan trajedilerden koruyor.
Mesela kadına atılan bir tokat ya da küfür kafir “durduk yere” mi sayılıyor?
★★★
İstanbul Sözleşmesi’ne yapıştırılmak istenen “eşcinselliğe özendiriyor” iddiasına, Polonya gibi Avrupa’daki muhafazakar partilerin iktidarda olduğu ülkeler de sahip çıkıyor.
34 ülkenin Meclis’inden geçen, 12 ülkenin ise onay sürecinde olan sözleşmeye “eşcinsel-LGBTİ ” sorunsalı tıkıştırılmaya çalışılıyor.
Sözleşmedeki “aile/ev içi şiddet” kavramı, yalnızca çiftleri değil; evde yaşayan herkesi kapsıyor: Dayı, hala, kuzen, büyükanne, ev hizmetlisi… İnsan hakları çerçevesi çizerek, “Cinsiyetinden dolayı kimseyi öldürme” diyor…
★★★
Biyolojik, psikolojik, sosyolojik, ekonomik gerçeklerden bağımsız olmayan “eşcinsellik” olgusunu, “İstanbul Sözleşmesi” başlığı altında hizalamaya kalkmayın.
Babasının annesine şiddet uyguladığına tanıklık eden, yakınlarının tecavüzüne uğrayan ya da seks ticaretine itilen gençlerin cinsel yönelimlerini tartışmak için açılacak başlığın “İstanbul Sözleşmesi” olmadığını bal gibi biliyorsunuz; dürüst olun!
İstanbul Sözleşmesi hem yaşatır; hem de onurlu bir hayat sunar…
(Sözcü, 28.07.2020)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN