Milliyet Gazetesinin ve Namık Durukan’ın haberi tam tamına gazeteciliktir. Yapılması gerekendir, uzun yıllardır yapılmayan bir gazeteciliktir. Bu nedenle gazetecilik mesleği ile ilgili tüm ödüller Milliyet Gazetesine ve Namık Durukan’a verilmelidir.
Ne konuşulduğunu bu “haber” sayesinde öğrendik ve tartışılanları biliyoruz. Haberdarız.
Yaptıkları gazetecilik işini yapmaktan ibaretti ama iyi yapmaktan geçen bir yol izlediler. Gazeteci Durukan habere ulaştı. Bu çok önemli görüşmenin notlarını/tutanaklarını/zabıtlarını – ne derseniz deyin- elde ettiler. Yazdıklarına göre bu haberin hazırlanması gece 01.30 civarında sona erdiğinde gazete bitmişti. Ertesi gün, 1 Mart 2013 günü yeniden gazeteye geldiler ve kaldıkları yerden işlerine devam ettiler. O fevkalade başarılı haberle diğer gazeteleri ve gazetecileri “atlatmış” oldular. İşlerini yapmanın dayanılmaz hoşluğu ve gururu ile onlara heyecan veren “gazetecilik” duygularıyla tekrar işlerinin başında haber peşinde koşmaya başladılar. 1 Mart 2013 günü bir gün önce yaptıkları haberin “haber” olmasını gülümseyerek izlediler. Ne kadar güzel gazetecilik ve ne kadar iyi bir haber yaptılar.
Gayet net ve basit aslında; olup bitenlerden haberdar olma hakkımı sağladılar.
İşlerini iyi yapan gazetecilerin hak ettiği başarılarını kıskanabilirsiniz. Ama neden gazetecilik mesleği adına memnun olmuyorsunuz? Gazeteciler, memnuniyetlerini yazılarında ve haberlerinde hak edilmiş kutlamalarıyla belirttiler.
Hükümetin adamları, bu adamlara yakın diğer adamlar, hükümet yanlısı gazeteler ve gazeteciler Milliyet gazetesine ve özel haber sahibi gazeteci Namık Durukan’a çok kızdılar. Demediklerini bırakmadılar. Oysa Milliyet ve gazeteci Namık Durukan fevkalade iyi bir haber ve işlerini fevkalade iyi yaptılar. Neler denilmedi haklarında demek daha kolay aslında; çünkü haberin adını “sabotaj” bile koydular. Artık bu teşhise karşı ne denecekse denilmelidir.
Kişinin iletişim hakkı, haberdar olma hakkının sağlanmasıyla başlar. Herkesin içinde yaşadığı toplumun bir üyesi olarak başta kendi yaşamını, işini, alacağı kişisel kararlarını ilgilendiren tüm bilgileri istediği biçimde araştırma ve bilme yani haberdar olma hakkı vardır. Herhangi bir haberi başkasına iletmesi için ve hatta saptırılmış bir haberin reddedilebilmesi için bile haberdar olma hakkını kullanabilmesi gerekir.
Milliyet gazetesi ve Namık Durukan haberini okuduğum zaman bu haber hakkında kendi görüşlerimi bir başkasına iletme hakkımın başlangıcındaki haberdar olma hakkımı kullanmam sağlanmış oldu. Acaba bunları benim bilmemem mi gerekiyordu? Kim buna karar verecek? Bütün bu görüşmeleri bilmememi isteyenler bilecek ama ben bilmeyeceğim? Bana bütün bunları bilmemem için baskı mı uygulayacaksınız veya cezalandırılmam mı gerekecek? Cezalandırma yoluyla haberdar olma hakkımı engellemek mi istiyorsunuz?
Milliyet gazetesinde haber olarak yazılanları ve görüşmelerde söylenenleri “gizli”, “sır”, “devlet sırrı”, “başkalarının bildiği ama benim bilmediğim”, “benden saklanan ve gizlenen ” bilgiler, haberler olarak görürseniz; eğer engellerseniz toplumu ve beni “sessizliğe mahkûm” edersiniz. Bir iletişim hakkından yararlanmamı bilerek ve isteyerek engellememiş olursunuz. Olup bitenlerden ve beni ilgilendiren olaylardan haberdar olmamı önlemiş olursunuz.
Tartışma hakkım vardır. Sadece onların mı – onlar kavramına kimi isterseniz katabilirsiniz – hakkı var bu görüşmeler üzerinden sonuç çıkarmaya? Milliyet gazetesinin haberi ile haberdar oldum ve iletişim hakkımı kullanmak için ilk adımımı attım. Milliyet gazetesinin haberi üzerinde düşünürüm ve tartışma yapabilmem için kitle iletişim araçlarıyla ve oluşan fikrimi başkalarıyla paylaşabilirim ve değer yargılarımın tartışılmasını sağlarım.
Milliyet gazetesi ve gazeteci Namık Durukan haberi üzerinden bir başka ders daha çıkardım.
Sansür gerçekten çok yaygın bir uygulama. Haberlerin serbestçe dolaşımı önündeki engellerin tümü kamu otoriteleri tarafından yaratılmıyor sadece. Önce iletişim araçlarının denetiminin yoğunlaştığı ya da toplandığı tekellerin olduğu yerlerde ortaya çıkıyor. Hangi haberlerin görülmeyeceğini, kamuya hangi haberlerin aktarılacağını, hangi olayların ve kimlerin haber olup olmayacağını, hangi görüşlerin izleneceğini veya hangilerinin “susularak geçiştirileceğini” tekeller belirliyor.
O halde “susularak” geçiştirilmeyecek, benim haberdar olma hakkım yüzünden gazeteci tarafından araştırılınca ve elde edilince “haber” olarak gazetede yayınlanmasının şart olduğu İmralı Adasında gerçekleşen görüşme “zabıtlarının” bilinmesini önlemek isteyenler sadece tekeller değilmiş.
Güçlerin medyası İmralı zabıtlarının yayınlanmasını istemiyor. Eğer kendisi biliyorsa ve eğer bu zabıtlar elindeyse “görüşme tutanaklarını” haberleştirmiyor. Lakin haber yapanları suçluyor. Barış sürecini kesiyor veya “sabotaj” diyor ve gazetecilik eylemini neredeyse vatan hainliği ile eşdeğer görüyor. Kendi bildiklerinden menkul, barışın sağlanması kendi tekellerinde ve hizmet gördükleri tekellere emanet bir zihniyetle habere düşmanca yaklaşıyor.
Gazetecilerin savcılar tarafından suçlanmasına, haklarında iddianameler düzenlenmesine, yaptıkları haberlerden dolayı ceza davaları açmalarına ve mahkemeler tarafından gazetecilerin tutuklanmalarına gerek bile yok artık. Gazeteci, gazeteciler hakkında iddianameler yazıyor.
Gazeteciler artık gazetecileri yaptıkları haberleri nedeniyle suçluyorlarsa eğer; savcıların gazeteciler hakkındaki iddianameleri nafiledir.
Akılda tutmamız gerekir ki; haber haberdir. Kamuoyunun gözü kulağı olan gazeteciler; kimden gelirse gelsin yargısız infazlara terk edilmez. Çünkü hepimizin ifade özgürlüğünün sağlanması için çalışanlardır ve hatta gazetecilere karşı bile korunması gerekenlerdir.
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN