Fikret İLKİZ
Üniversiteler gelir, üniversiteler gider denilmiyor, çok saçma olurdu.
İki üç sıra, çok odalı, çok şık, cilası yerinde kocaman binalar ve kocaman tabelalarla kurulduğu anlaşılan tabelalı üniversiteler! Dersler boş, üniversiteler boş…
Yönetimine atanan bilim insanları, Rektör olanlar, dekan olanlar ve onların kocaman masalı odaları, büyük büyük resimlerle donatılmış duvarları…
Üniversitelerde özerklik yok, akademik özgürlük hiç yok; suskunluk var.
3 Şubat 2021 tarihli Bilim Akademisi Yönetim Kurulunun “Boğaziçi Üniversitesi Rektör Atamasına İlişkin Duyurusu” içinde bulunduğumuz durumdur.
Bilim Akademisinin “Üniversite Özerkliğine Yapılan Son Müdahale Hakkında” 31 Ekim 2016’daki duyurusundan sonra üniversitelerde özerkliğin adım adım nasıl kaldırıldığını gördük.
Üniversite özerkliğine yapılan son müdahale neydi?
2016 yılındaki Duyuruda yer alıyor… Olağanüstü Hal koşullarında çıkarılan 676 sayılı KHK ile devlet üniversitelerinin rektörlerinin YÖK tarafından belirlenen 3 aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından atanması, vakıf üniversitelerinin rektörlerinin de mütevelli heyetinin önerdiği adayların YÖK onayından geçtikten sonra yine Cumhurbaşkanı tarafından atanması sistemi getirilmişti.
Böylece Üniversitelerde özerklik ortadan kaldırılmış oldu.
Bilim Akademisi önceden uyarmıştı: “Üniversitelerde rektörün nasıl, kim tarafından görevlendirileceğinin şimdiki “olağanüstü halin gerekli kıldığı konulardan” olduğunu gösteren bir olgu veya kanıt yoktur.”
Yoktur ama Üniversitelerde OHAL düzenine geçildi. Ne demektir? Üniversitelere “rektör tayininin dışardan, merkezden ve sonuçta tek kişinin takdiri ile yapılması hiyerarşik düzen içinde üniversitenin de özerkliğini kaybetmesi demektir.”
Bilim Akademisi kalın çizgilerle esas meselenin altını çizdi. Esas meselenin rektörün öğretim üyelerince seçim yoluyla veya mütevelli heyetinin seçimiyle gelmesi demek olmadığını, ama esas meselenin; her üniversitenin kendi rektörünü bulmakta söz sahibi olup olmayacağı sorunuydu.
Merkezi yönetimin esas meselesi ise kendi rektörlerini atamaktan ibaret.
Bilim Akademisi Yönetim Kurulu kaygısını şöyle açıklamıştı: “12 Eylül 1980 darbesi düzenlemelerinin de ötesine giden bu makûs kararın Cumhuriyetin yıldönümünde meclisin iradesini de yok sayan bir Kanun Hükmünde Kararname ile çıkarılmasını hem özerkliğin hem de temsili demokrasinin bir kez daha örselenmesi açısından kaygı ile karşılıyoruz. 31 Ekim 2016”
Bilim Akademisi aynı yıl yayımlanan “Akademik Özgürlükler Raporu – 2015-2016” ile üniversite ortamlarında öğrencileri değerlendirmişti.
“Üniversite ortamları öğrencilerin her türlü fikri, ne kadar incitici, acıtıcı, elim, kabul edilemez olursa olsun duydukları, bunlara karşı makul ve mantıklı argümanlar geliştirerek bu fikirleri eleştirme, mümkünse çürütme yeteneği ve becerisi kazanmalarını sağladıkları eğitim kurumlarıdır. California Üniversitesi’nin rektörü Clark Kerr’in ifade ettiği gibi “üniversite fikirleri öğrenciler için zararsız (safe) kılmakla uğraşmaz. Öğrencileri fikirlere zarar vermeyecek hale getirmekle uğraşır. Onun için üniversiteler görüşlerin öğrencilerin hazır bulunduğu ortamlarda en özgür şekilde ifade edilebilmesine izin verir ve onların bu fikirler konusunda aklıselimle yargı yürütebilecek bireyler olduğuna inanarak hareket eder.” Doğal olarak üniversiteler öğrencilerine mantıklı düşünme, farklı düşüncelerin felsefi kökenlerini öğrenme, dünya hakkında görgül (ampirik) bilgi edinme vb. olanakları sunar.
Böylece onların her türlü fikri usa vurmak, mantık çerçevesinde incelemek, dünyadan gözlemle elde ettikleri kanıtlarla karşılaştırarak sınamalarını sağlayacak bilgi, beceri, yetenek ve donanım geliştirmelerini de sağlar. Bazı fikirleri bilmeden yetişen insanlar bu fikirlerle ilk karşılaştıklarında ne yapacaklarını tam bilemezler. Oysa onlarla üniversitede karşılaşan ve bu fikirlerin doğru ve yanlış, eksik ve hatalı yanlarını arayıp bulmayı öğrenen insanlar hayatta da bu fikirlerle karşılaştıklarında onlar karşısında nasıl davranacaklarını bilecekler ve fikir tartışmasında sıkılmadan, çekinmeden yer alabileceklerdir. Üniversitelerin çok geniş bir fikir ve görüş özgürlüğü ortamı sağlamak istemeleri bir ayrıcalık, fildişi kulelerinde yaşamak, toplumdan veya halktan farklı olmak için değildir; bu özgürlük ortamı öğrencilerine demokrasinin iyi birer vatandaşı olarak yaşamayı öğretmek için zorunludur. Öğrenciler her türlü bilgi ve enformasyonu kullanarak, onların içinden sapla samanı ayıklayarak düzgün karar alabileceklerini öğrenerek yetiştiklerinde, demokrasi ve piyasa içinde de aynı yöntem ve yaklaşımları kullanarak, fikir yürütebilecek, doğru dürüst karar alabileceklerdir.
Üniversitelerde özgürlük ortamını kısıtlamak akademik eğitim verememek ve fikir yürütebilecek, soyut düşünebilme yeteneği olan demokrasinin iyi vatandaşlarını yetiştirememekle eşdeğerdir. Bu da siyasal yetkililere, devlet ve hükümet kurumlarına önemli bir görev yüklemektedir: İfadeyi sınırlama veya ortadan kaldırma girişimlerini desteklememek ve hatta bu girişimleri önlemek için gerekli tedbirleri almak.
Bu iki hususu birden yapmadıkları durumlarda ifade özgürlüğünden bahsetmek mümkün olmayacağı gibi, akademik özgürlüklerin ve onların ürettiği bilimin de toplumda fazla bir yaşama olanağı kalmayacaktır.
Onun içindir ki kamu üniversiteleri olsun, vakıf üniversiteleri olsun akademik özgürlük ortamını zedeleyecek, aşındıracak veya tahrip edecek her türlü etkiden yalıtılmak veya korunmak zorunluğundadır.”
Bilim Akademisine göre; bu korunmayı sağlayan akademik özerkliktir.
Akademik özgürlükler hakkındaki uluslararası metinlerden birisi Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 2006 tarihli ve 1762 sayılı “Akademik Özgürlük ve Üniversite Özerkliği” başlıklı tavsiye kararıdır. Akademik özgürlük ve üniversite özerkliği haktır ve hukuki güvenceye kavuşturulmalıdır.
Bakanlar Komitesi 2012 yılında “Akademik Özgürlük ve Kurumsal Özerklik Konusunda Kamu Makamlarının Sorumluluğuna İlişkin Tavsiye Kararı” almıştır ve kamu makamları akademik özgürlük ve kurumsal özerkliği güvence altına almakla görevlidir.
AİHM’si Sapan v. Türkiye, Hasan Yazıcı v Türkiye ile Sorguç v. Türkiye (17089/03, 23.06.2009) davalarında “akademisyenlerin araştırma yapma ve araştırma bulgularını yayınlama özgürlüğüne” getirilen tüm sınırlamalarda çok dikkatli davranılması gerektiği kanaatiyle Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 1762 sayılı Tavsiye kararına atıf yapmıştır.
AİHM’si akademisyenlerin Üniversiteler ve/ya sistem hakkında görüşlerini özgürce ifade etme özgürlüğünün, bilgi ve gerçeği herhangi bir sınırlamaya maruz kalmadan yayma özgürlüğünden oluşan akademik özgürlüklerinin korunmasından yanadır. AİHM’si göre akademik özgürlük; akademik ve bilimsel araştırma ile sınırlı olmadığı gibi akademisyenlerin mutlaka kendi araştırma ve uzmanlık konularıyla da sınırlı değildir. Aksine tartışmalı bile olsa politik ve toplumsal sistemlerin kamu kurumlarının, Üniversitelerin, işleyişinin eleştirilmesini veya itibar edilmese dahi kendi fikir ve görüşlerini özgürce ifade edebilmelerini de kapsar.
Bütün bunlar hatırlatmalar…
Asıl üzerinde durulması gereken 3 Şubat 2021 tarihli Bilim Akademisi Yönetim Kurulunun “Boğaziçi Üniversitesi Rektör Atamasına İlişkin Duyurusu” …
Bilim Akademisi Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanması sonrasında yaşanan gelişmeleri büyük bir kaygı ile izliyor. “Duyuru” da iki önemli soru sorulmuş ve yanıtları çok açık verilmiş….
İlk soru: “Tartışmanın temelinde aslında çok basit bir soru yatmaktadır: Üniversiteler neden özerk olmalıdır?”
Özerkliğin amacı; özgür ve yaratıcı araştırma, eğitim ve tartışma ortamını var etmek ve korumaktır. Bunların ön koşulu da düşünce özgürlüğü, dürüstlük ve liyakattir.
Özerklik ile kastedilen, belirli bir denetim ağı içinde kendi kendini yönetmek özgürlüğüne sahip olmaktır.
Ancak mevcut sistemle dayatılan anlayışla ne bilim üretilir ne de kaliteli bir eğitim sunulabilir.
“Hiyerarşik bir düzen içinde yukarıda söyleneni aşağıda kabul etmekle doğru bilgiye ulaşılmaz, yeni fikirler gelişmez. Kurumların, öğretim üyelerinin ve öğrencilerin özgür düşünen bireyler olarak inisiyatiflerini tanımayan bir sistemde yaratıcılık değil taklit ve intihal öne çıkar.”
Bilim Akademisinin ikinci sorusu: Bir üniversitenin yönetilmesi için en ideal adayı tespit etme yetkinliği o üniversitenin kendisinde midir yoksa bir ülkenin Cumhurbaşkanı’nda mıdır?
“Bilimin yuvası, gelecek kuşak araştırmacıları yetiştiren ve ülkenin göz bebeği olması gereken entelektüel bir birikime sahip üniversitelerin ister seçimle ister arama komisyonları aracılığıyla isterse diğer başka bir yöntemle yöneticisini doğru belirleyemeyeceğini – aksine – tek kişinin 203 üniversite için doğru rektörleri tespit edebileceğini kabul etmek akla ve mantığa aykırıdır. Ancak bugün hukuk düzenimiz tam da bunu öngörmektedir. Bu yanlış atama sistemi değişmedikçe Boğaziçi Üniversitesi ne ilk ne de son örnek olacaktır.
Oysa tek elden yönetimin doğru sonuçlara götürdüğünü tarih bugüne kadar doğrulamamıştır.
Bundan ders almak hepimizin ödevidir. Türkiye yüksek öğretimi uzun zamandır olmadığı kadar baskı altındadır. Nefes almaya ve yeniden yapılanmaya ihtiyacı vardır. Aksi durumda süregiden beyin göçünün durdurulması mümkün olmayacağı gibi üniversitelerimizin düzeyinin her gün daha da düşmesine, ülkemizin en önemli değerlerinin erimesine şahit olmaya devam edeceğiz. İktidarlar gelir, iktidarlar gider; ancak Boğaziçi Üniversitesi gibi ülkenin güzide kurumlarına siyasi tercihlerle verilen zarar gelecek nesillere aktaracağımız bilimsel bilgi birikimimizde onarılmayacak hasarlar meydana getirir.
Sorun sadece Boğaziçi Üniversitesi’nin değil bütün üniversitelerimizin ve Türkiye’nin sorunudur.
Boğaziçi Üniversitesi kendisine yapılan bu talihsiz atamaya karşı çıkmakla sadece kendini değil Türkiye’nin geleceğini savunmaktadır. Bu hazin duruma parmak basmak, barışçı yollardan tepkisini ifade etmenin ve bunun için gösteri ve yürüyüş hakkından faydalanmanın bu ülke vatandaşı herkesin halen anayasal hakkı olduğunu da ayrıca vurgulamak isteriz.
Kamuoyuna saygı ile duyururuz.”
İktidarlar gelir, iktidarlar gider…
Üniversitelere atanmışlar; iktidarla geldiniz iktidarla gideceksiniz demektir. Bu kabulünüzden ötürü ne geldiğiniz ve ne de gideceğiniz yol, yol değildir.
Üniversitelerde hoşnutsuzluk olabildiğince çok ve umut avutulmanın ötesine geçti. Boğaziçi Üniversitesi ve öğrencilerinin eylemi ilk gibi gözükebilir ama son değildir. Sorun bu değildir.
Özerklik ve özgürlüktür asıl mesele….
Kim üzerine alınırsa ve rahatsız olursa Bertolt Brecht’in dizeleri onların olsun….
“Hala hoşnut musunuz aydınlığından gökyüzünün?
Hala çıkmayacak mısınız bu tatlı, sıcak sudan?
Orman mı koruyacak hiç durmadan böyle sizi?
Böyle avutup duracak mısınız kendinizi hala?
Yarına ekmeğiniz hani?
Hak istemenizi bekler sizden dünya,
Yakınmanızı bekler, çözümlerinizi
Son umudu sizde dünyanın.
Denizden alınmış bir iki damla suyla
Yanaşmayın avutulmaya bundan böyle
Yanaşmayın, sakın ha!”
01 Mart 2021
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN