Post image
Hukukun İçler Acısı Durumu (30.07.2013)

Türkiye’de hukukçular yıllardır hukukun geldiği durumdan çok şikayetçiydiler. Bir şekilde davası olan ve adliyeler ile temasta olan kesim de aynı dertten muzdaripti. Ama genel çoğunluk hala durumun vahametinin farkında değildi. Ta ki polis şiddetiyle karşı karşıya kalıncaya, demokratik gösteri ve protesto hakkını kullanmaya kalkışıncaya kadar. İşte o zaman büyük çoğunluk olarak hukukun içler acısı durumunun farkına vardık.

Bireysel silahsızlanma için yirmi yıldır çalışan bir vakıf olarak biber gazının “silah” olduğunu ve sadece kanunda tanımı olmadığı için bu kapsamda değerlendirilmediğini biliyorduk. Neyse ki sağduyulu bir hakim kanunlardaki açıkların labirentinde kaybolmak yerine gerçekten sahip olduğu vicdanı ile kanaat getirerek, biber gazının silah sayılması gerektiğine hükmetmiş ve elindeki davayı ağır cezaya sevk etmiştir.  Aynı şekilde pala da, teknik tanımı olmadığı için, silah kapsamında değildir ama bugün vicdanı olan her insan sokakta pala savurarak koşmanın “silahlı eylem “ olduğuna gayet rahatlıkla hükmedebilir. Ama sistemde vicdanları kararmış hakimler kanunların açıklarına davayı kurban etmeyi, göz göre göre adaleti, hukuku ayaklar altına almayı tercih edebilmekteler. Ve bu durum için elden gelen pek bir şey bulunmuyor. Savcı karara itiraz ederk tutuklama talebinde bulunuyor ama zanlı salıverildiği gibi soluğu havalimanında ve sonra da yurt dışında alıyor. Elbette bir daha da geri dönmüyor. Dava dosyası çözümsüzler rafına, tozlanmaya bırakılıyor. Kamu vicdanı ise büyük hasar görüyor, adalete güven sıfırın altına iniyor.

Bugün çevremizde başımıza bir olay gelse “polis çağırmam, adalete güvenmem “ diye kişilerin sayısı hiç de azımsanacak sayıda değil. Gezi olayları şunu çok açık ve net gösterdi ki polis “toplumun” polisi olmadığı gibi adalet de “hukuki” değildir. Oysa ki hukuk, demokratikleşmenin, sosyal adaletin, insanca yaşamanın, akıl yoluyla daha iyiyi bulabilmenin yoludur. Kanunlar her zaman, her konuya çözüm getirebilecek şekilde tasarlanamazlar. Daima açıkları olacaktır. Bu açıklar yüzünden sistemin kilitlenmesi ve yara almasını önlemek için hakimlerin vicdanlarına uygun karar vermelerine imkan tanınmıştır. Belki de şimdi bu sistemin sorgulanma zamanıdır. Sadece bir kişinin vicdanını temel almak ne derece doğru sonuçlar veriyor? Gördüğünüz üzere sapmalar çok. Kamu vicdanı derin yaralar alıyor. O zaman belki de toplumun hukuki süreçlerde daha fazla rol alması, kamu vicdanının daha iyi temsil edilmesi gerekli.

Mesela jüri sistemi Türkiye için de bir seçenek olarak düşünülebilir mi? Bu durumda vicdani karar tek bir kişiye değil daha geniş bir gurubun ortak aklına dayandırılabilir. Yine, mesela mağdur talep etmedikçe davaların kapalı devam etmesine imkan tanınmamalı. Neden palalı davası, ya da Ethem Sarısülük davası kapalı olarak sürdürülecek? Amaç konuyu kamuoyunun gündeminden uzak tutup, hukukun labirentleri arasında adaleti kaybettirmek ve oldu bittiye getirilen bir kararla kamu vicdanına bir darbe daha vurmak. Başka bir sebep olabilir mi?

İyi haftalar,

Umuy Vakfı

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN