Çocukken bir yabancılaştırma efekti olarak kullandığımız ‘Marslı mısın?’ sorusu ile hayatımıza giren Mars artık hayatımızdan hiç çıkmıyor. Hemen her gün bu gezegen hakkında bir açıklama, garip bir fotoğraf yayınlanıyor; Mars’tan sıra dışı görüntüler, Mars’ta fotoğraflar çeken Curiosity’nin tekerleklerinin dayanıklılığı, Mars’ta ilk insan kolonisine gidecek insanların evrim geçireceği, Birleşik Arap Emirlikleri’nin ‘Mars 2117 Project’ isimli koloniye ait animasyon görüntüleri, Avrupa Uzay Ajansı’nın 2 milyar Euro kaynak bulması, Şili’de Atacama Çölün’de bilim adamlarının Mars ile mücadeleleri gibi…
Kimin bu Mars?
Öte yandan bu Kırmızı Gezegenimiz (bizim dedim, ama kimindir bilinmez) insanları etkilediği gibi edebiyat ve film dünyasındakileri de etkilemeye devam ediyor. İngiliz yazar H. G. Wells’in , Dünya’nın gerçek bir Marslı istilası tehdidiyle karşı karşıya olduğuna inanmamıza yol açan The War of the Worlds kitabından, Recall isimli bir şirketten Mars tatili satın alınca hayatı kararan inşaat işçisi Schwarzenegger’a kadar fantastik bilim kurgunun en önemli ilham kaynağı güzide bir gezegenimizdir Mars. En son 2015’te Marslı filminde NASA’nın tüm gücünü kullanarak patates kralı Matt Damon’ı kurtarmak için verdiği çabadan sonra bu sene Mars’a gitmiyoruz onun yerine Life – Hayat filmi ile Mars’tan bir numune ithal ediyoruz.
Dost mu düşman mı?
Hayat filmi uluslararası bir uzay istasyonunda görevli altı kişinin Mars’tan aldıkları toprak örneği üzerinde deneyler yapmaları ve bu örnekten çıkan yeni hayat formu ile yaşadıkları mücadeleyi anlatıyor. Başta heyecan ve umut kaynağı olan Calvin ismini verdikleri bu yaşam formu bizleri bir kez daha aynı soruyla baş başa bırakıyor; bu uzaylı dost mu düşman mı? Tabi bu kalıp ‘neye göre ve kime göre?’ diye bir karşı soruyu beraberinde getirdiği için muallak cevaplara sahip. Uzay yolculuğu sırasında düşman hayat formu ile karşılaşanların yaşadığı macera sinemanın sevdiği konulardan. Film bu dilemmaya son derece takdir ettiğim bir noktadan yaklaşıyor ve Calvin’in uzay istasyonundaki insanları avlamasının düşmanlıktan değil, insanların dünyayı mahvettikleri imasından değil sadece hayatta kalmak adına yaptığı bir eylem olduğunu vurguluyor.
Alien’dan çok farklı
Hayat, yönetmen Daniel Espinosa’nın (Easy Money ve Safe House) ilk uzay temalı bilim kurgu filmi. Filmin çekileceği söylendiği anda film Alien ile kıyaslanmaya başlandı. Elbette ki akla Alien’ı getiriyor ama bu filmin damarlarında Alien kanı akmıyor. Alien’ın aksine Hayat filminde ana karakter yok, atmosferi bunalımlı ve depresif değil, şimdi ne olacak şüphesi, ile sürekli gerilimi besleyen ve temposu hiç düşmeyen bir film. Her şeyden önemlisi bu film Alien’dan basit birkaç sebeple ayrılıyor; film gelecekte geçmiyor, bugünde geçiyor ve olaylar başka bir galaksideki bir uzay gemisinde değil dünya yörüngesinde bir uluslararası uzay istasyonunda yaşanıyor. Alien çekildiği dönemde gelecek kavramı ile ilgili geleceğin distopik neo-steampunk olacağı gibi spekülasyonlar sınırsızdı. Ama şimdi bir gence yüz yıl sonrası nasıl görünecek diye sorsanız hayal gücü bunu görmeye yetmiyor çünkü dünya hiç olmadığı kadar kaotik bir durumda, gelecek tam bir muamma ve bugün gelecekten daha korkunç. Bu filmin en büyük avantajı da bugünün reelinde geçebilecek geleneksel bir hava yakalamış olması.
Yerçekimsiz çekimler
Daha düşük bütçe için kullanılmayan ikinci kamera ünitesi yönetmene büyük avantaj sağlamış ve filmin kontrolünü, temposunu yaratma gücünü ona teslim etmiş. Bilimkurgu filmlerinde kullanılan, mekik içi yapay yerçekimi hikâyesi bu filmde yok. Oyuncuların yer çekimsiz bir düzende hareket etmeleri o kadar akıcı bir dinamizm ve gerçekçilik katmış ki aksi bir karar bu filmi ucuzlaştırabilirdi. Yenilikçi bir bilim kurgu beklentiniz olmazsa, temposu hiç düşmeyen, heyecanı ve merakı eksik etmeyen, iyi oyunculukların olduğu bu film gayet keyifle izlenebilir.
(Birgün, 27.03.2017)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN