A. Ömer Türkeş
Nobel ödüllü ilk siyahi kadın yazar Toni Morrison, ‘Tanrı Çocuğu Korusun’da beyaz bir dünyada siyah olmanın gerçeklerini göğüsleyen iki siyahi genci anlatıyor…
1993 yılında bütün yapıtları için Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanarak bu ödülün verildiği ilk siyahi kadın ünvanını elde eden ve 85 yaşına geldiği halde yazmayı sürdüren Toni Morrison dünya edebiyatının yaşayan efsanelerinden sayılıyor. Asıl adıyla Chloe Anthony Wofford, 1931’de Ohio’da doğdu. Dindar bir aile içinde yetişti. Howard ve Cornell Üniversitelerinde edebiyat eğitimi aldı. Tezini Virginia Woolf ve William Faulkner’in eserleri üzerine hazırladı. İlk romanının tohumlarını da Howard’da katıldığı bir yazı grubunda attı. 1989’dan emekli olduğu 2006 yılına kadar Princeton Üniversitesi’nde beşeri bilimler kürsüsünde görev yaptı. Morrison, yeni romanını üzerinde çalışıyor.
Hikayenin başında yeni doğan bebeğinin ten renginin kendisinden daha koyu renkte olması nedeniyle panik yaşayan bir annenin acılı sesini dinliyoruz. Kadın hem kızının hem kendisinin başına gelecekleri bildiği için panik içinde. Korkularında haksız sayılmaz. Baba çocuğu kabul etmeyecek, kadın bebeğini zorluklar içinde, yalnız başına büyütecektir.
Bir sonraki bölümde hikaye şimdiki zamana, anlatıcı rolü Bride’a geçtiğinde istenmeyen bebek 23 yaşına gelmiştir. Egzotik güzelliğini lacivert-siyah teninden alan Lula Ann Bridewell ya da iş dünyasında bilinen adıyla Bride -üstünde her daim istiridye beyazı kaşmir elbisesi, ayağında ay ışığı rengi tavşan kürklü ayakkabılarıyla Jaguar kullanan, herkesin güzel bulduğu, milyar dolarlık bir şirketin en büyük departmanlarından birini yöneten, sürekli yeni ürün grupları tasarlayan- bir kadındır artık. Hem cinslerinin kıskançlıkla, erkeklerin arzuyla izledikleri bir kadın… Ne var ki mutlu değil. Bunun bir nedeni sevdiği adamın ağzından işittiği “Sen istediğim gibi bir kadın değilsin” ifadesi. Ve ardından terk edilişi. Mutsuzluğunun ikinci nedeni ise yıllar önce yaptığı tanıklıkla çocuk tacizcisi suçundan mahkum edilmesini sağladığı öğretmeniyle -yıllar sonra- yüzleşememesi. Daha doğrusu kadın tarafından darp edilerek geri çevrilmesi.
Bride’ın kendisini terk eden sevgilisi, yani Booker hakkında -üniversite mezunu olması ve günlerini kitap okuyarak geçirmesi- dışında pek fazla bilgisi yok. Oysa biliyoruz ki Booker da yaralarını sarmaya çalışan bir genç. Küçük yaşta seri katil kurbanı olan abisinin yasını tutan, acısını yeterince paylaşmadıkları gerekçesiyle ailesini terk eden, üniversite eğitiminde aradığını bulamayan Booker, Bride tarafından da hayal kırıklığına uğratıldığında alıp başını gitmiştir.
Gerek uğradığı fiziksel saldırı gerek Booker tarafından terk edilişi Bride’ı alt üst eder. Beklenmedik zulümler karşısındaki dirençsizliği bir kez daha ortaya çıkmış, kimliğinin yıllarca büyük bir emekle bir araya getirip diktiği parçaları dağılıp gitmiştir. “Cazibesini, heyecanlı hatta yaratıcı bir işteki hâkimiyetini, cinsel özgürlüğünü ve hepsinden önemlisi, ister öfke, ister utanç ister aşk olsun, onu aşırı yoğun duygulardan koruyan zırhını” kaybetmiştir Bride. Ancak bu kez teslim olmayacak, Brooke ile yüzleşecektir…
İyi işlenmemiş bir hikâye
Nobel kazanmış, üstelik 85 yaşına gelmiş bir yazarın yeni bir roman yayımlayacak olması elbette edebiyat dünyasını heyecanlandıracak bir haberdir. Nitekim 2014 yılında ‘Tanrı Çocuğu Korusun’un duyurusu yapıldığında büyük bir beklenti yaratmış, yayımlandığı 2015 yılının edebiyat olayı ilan edilmişti. Yazarın üslubunu, sözcüklerin müziğini, dilin şiirselliğini öne çıkaran kimi eleştiriler olumluydu. Sevgi, aile, başarı, arkadaşlık ve güven gibi kavramlar üzerine kurulu hikayede duyguları dile getirmekte gerçekten de başrılı Morrison. Ne var ki dil ustalığının ötesine geçemiyor. ‘En Mavi Göz’, ‘Sula’, ‘Merhamet’, ‘Sevilen’ gibi hikayesi, dili ve kurgusuyla sağlam romanlara imza atmış bir yazardan beklenmeyecek kadar zayıf dokulu bir roman olmuş ‘Tanrı Çocuğu Korusun’. Oysa ilk romanı ‘En Mavi Göz’ ile benzerlikler kurulabilecek vaatkar bir başlangıcı var. Toni Morrison o romanında beden metaforunu başarıyla kullanmıştı. ‘Tanrı Çocuğu Korusun’un Bride’ı da bedeninin değişmeye başladığını fark ediyor. Göğüsleri küçülüyor, kulak delikleri kapanıyor, vücut tüyleri kayboluyor. Ne var ki bu kez beden metaforunu hiç işlememiş Morrison; Bride’ın bedenindeki değişimin Booker’dan ayrılmanın sonucu olduğunu söyleyip geçmekle yetinmiş. Aslında romanın başarısızlığını özetleyen ifade tam da bu; her şeyi söyleyip geçivermek…
Güçlükleri aşmak için her çareye başvuran, her şeyi göze alabilen siyah derili kadın kimliğini romanlarına ayrıntılı tasvirlerle taşıyan bir yazar olarak tanınan Morrison, bu kez kendi yarattığı geleneğin sönük bir takipçisi durumuna düşmüş. Roman kişilerinin iç dünyalarına girmeden, girdiğinde ise derinleşmeden anlatıyor hikayesini. İşin doğrusu roman kişileri yazarın ele almak istediği meselelerin sözcüleri olmaktan öteye gitmiyor, kısacası ne roman içinde ne roman dışında ete kemiğe bürünemiyorlar. Romanı farklı yönlerde genişletecek yan hikayelerin uğradığı akibet de aynı; onlar da yarım bırakılmış. ‘Tanrı Çocuğu Korusun’ iyi bir fikir ve iyi bir kurgusal planla işe başlanmış, ama Morrison yazarken sıkılmış ya da yorulmuş hissi veren bir roman.
Morrison’un romanlarında can yakıcı meselelere el atarken politik bir tutum içinde olduğunu biliyoruz: “Ben hayal gücümün bir takım özel çalışmalarıyla ilgilenmiyorum. Evet, eser politik olmalıdır.” Bu romanında politik meselelere Booker’ın hayat hikayesi içinde yer verilmiş, ama hikayeyle organik bağı çok zayıf. Bir alıntı ile örneklersek;
“Booker’ın para meselesine kafayı takması yeniydi. (…) Kölelik, linç, zorla çalıştırma, ortakçılık, ırkçılık, Jim Crow, mahkûmların çalıştırılması, göç, medeni haklar ve siyahların devrimci mücadelelerine ilişkin gerçek cevapların son kertede hep parayla ilgili olduğundan şüpheleniyordu. Alıkonan para, çalınan para, güç olarak para, savaş olarak para. Köleliğin tek başına ve sadece 20 yılda bütün ülkeyi tarımdan endüstri çağına nasıl fırlattığını hangi derste işleyeceklerdi? Beyazların nefret ve şiddetleri kâr motorlarını çalıştıran benzindi.”
‘Tanrı Çocuğu Korusun’u, belli ki çocukların uğradığı şiddete, istismara, tacize dikkat çekilmek için kaleme almış Toni Morrison. Bu konuyu haklı olarak çok önemsiyor ve hikâyeyi döndürüp dolaştırıp bu meseleye getiriyor. Öyleyse yazarın sesine kulak verelim ve onun dileğini ileterek bitirelim; “Bir çocuk. Yeni bir hayat. Kötülüklerden, hastalıklardan uzak, kaçırılmayan, dayak yemeyen, tecavüze uğramayan, ırkçılıktan, aşağılanmaktan korunan, incitilmeyen, kendinden nefret etmeye itilmeyen, terk edilmeyen bir çocuk. Hatasız büyüyen. İyilikle. Öfkesiz.”
TANRI ÇOCUĞU KORUSUN
Toni Morrison
Çeviren: Elif Ersavcı
Sel Yayınları, 2016
176 sayfa, 15 TL.
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN