Post image
Güney Amerika’dan çok tanıdık iki hikaye

 

Muammer BRAV

Şili’den Paralel Hayatlar (in HerPlace), Arjantin’den UFOları Seven Adam filmleri festival gösterimlerinin hemen ardından Netflix kataloğundaki yerlerini aldı.

Cannes, Venedik ve Berlin Film Festivalleri, dünyanın en bilinen ve en iyi film festivalleridir, malumunuz. Onların hemen ardından San Sebastian Film Festivali gelir. İspanya’nın en güzel şehirlerinden biri olan bu küçük şehirde düzenlenen festival, Woody Allen‘in sondan bir önceki filmi Rifkin’in Festivali’ne konu ve fon olmuş, bu şehri ve festivali daha da bilinir hale getirmişti. Bu yıl eylül ayının son haftası düzenlenen festivalde, aralarında François Ozon, Costa Gavras, Mike Leigh gibi her filmini merakla beklediğimiz yönetmenlerin filmleri de yarışmıştı. Altın İstiridye için yarışan filmler arasında Netflix’te yayınlanmaya başlayan iki film de yer alıyordu.

Festivaldeki gösterimlerinin üzerinden bir ay bile geçmeden platformda yerini alan filmlerin ikisi de Güney Amerika’dan geliyor. İki komşu ülke olan Şili ve Arjantin’den gelen iki filmin de ortak noktası, yaşanmış olaylardan yola çıkarak, sinemaya aktarılmış olmaları. El Lugar de la Otra (Paralel Hayatlar) aynı zamanda Şili’nin Oscar adayı. 1955 yılında geçen filmde, orta sınıf bir ailenin evine konuk oluyoruz başlangıçta. İki ergen oğulları olan ailenin babası, evinde portre fotoğrafçılığı yapmakta. Anne Mercedes ise başkent Santiago’nun tanınmış hakimlerinden birinin katibi. Mütevazi ama mutlu yaşamları, o gün kentin en büyük otelinde işlenen bir cinayetle değişiyor. Ünlü bir yazar olan Maria, sevgilisini otelin çay salonunda silahla vurarak öldürüyor ve Mercedes’ler cinayetin soruşturmasına katılıyor. Zaman geçtikçe bu varlıklı yazarın hayatına dahil olan Mercedes için tuhaf bir dönüşüm başlayacak ve genç kadın Maria’yla kendini özdeşleştirecektir.

 

 

Uluslararası arenada, belgeselleri ve iki Oscar adaylığıyla tanınan (2021’de The Moll Agent, bu yıl The Eternal Memory ile En İyi Belgesel dalında adaydı) Maite Alberdi’nin yönettiği film, Şili tarihinin en çok konuşulan adli vakalarından birini konu alıyor ve filmin sonunda da bu olayın Şili basınında yer alan haberlerini görüyoruz.

Filmi ilginç kılan bu cinayeti konu almasından çok, bu cinayet davasının katibi olan Mercedes’in hikayesinde yatıyor. Dava sırasında Maria’nın evinin anahtarlarını alan Mercedes’in bu eve adım atmasıyla yaşadıkları, filmi bir biyografi olmaktan çıkarıp; ilginç bir psikolojik drama dönüştürüyor.

Başka birinin hayatını yaşamanın getirdiği heyecanla, Mercedes’in zamanla gerçeklikle bağlarının kopmasına eşlik ediyoruz bu süreçte. Elisa Zulueta‘nın iyi oyunculuğuyla da keyif veren film, uzak diyarlardan ekrana gelen ilginç bir karakter sunuyor izleyene.

ARJANTİN’DEN TANIDIK BİR HİKAYE

Pain and Glory, Wild Tales, Intacto gibi İspanyol dilinin iyi filmlerinde yer alan Arjantin Sineması’nın en ünlü oyuncularından Leonardo Sbaraglia’nın başrolünde yer aldığı El Hombre que Amaba los Platos Voladores (UFO’ları Seven Adam) Netflix’te yerini alan, San Sebastian’ın ana yarışma filmlerinden. 1986 yılının Buenos Aires’i.

Televizyon röportajlarıyla bilinen Jose der Zer, bir röportajın ardından hastanelik olur. Gökte bir cisim görüp, bayıldığını söyleyen adama, o sırada ilginç bir teklif gelir. Cordoba şehrinin artık eski önemini kaybettiğini söyleyen bir heyet, Jose’den burada bir UFO olduğunun haberini yapıp, şehrin tekrar ilgi odağı olmasını sağlamasını ister, Jose kameramanı Chango’yla şehrin yolunu tutar. UFO haberleri ülke çapında büyük ilgi görünce, Jose bu duruma iyice kendini kaptırır ve gerçeklik algısı da bozulmaya başlar.

Bizde de bir zamanlar TV fenomenine dönüşen Saadettin Teksoy’un programlarını hatırlayanınız varsa, Jose’yi ona benzetmemeniz mümkün değil. Filmi izlerken Teksoy’u ve programlarını düşünmekten filme olan konsantrasyonumu kaybettim! TV tarihimiz neler neler gördü diye gülümsedim sıklıkla. Teksoy’un gerçeklikle olan ilişkisini ne kadar etkilemişti bu paranormal hikayeler bilemem, ama Jose, kendi yarattığı bu durumdan çok etkileniyor, canını tehlikeye atacak kadar cüretkar tavırlar içine giriyor.

İlk uzun metrajı Tan de Repente (Aniden) filmiyle İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film ödülünü alan Diego Lerman‘ın yazıp yönettiği film; bir dönem Arjantin halkını etkilemiş bir olayı perdeye yansıtıyor. Bugün olsa herkesin burun kıvırıp, güleceği bir olayın fenomene dönüşme hikayesi, zaman zaman etkisini yitiren bir filme dönüşmüş. Lerman’ın 80’lerde özellikle aksiyon filmlerinde kullanılan görüntü tekniklerini de kullandığı film ortalara doğru irtifa kaybetmeye başlayıp, tekrara düşüyor. Final bölümüne kadar da o ilgiyi toparlamayı beceremiyor. Tıpkı Paralel Hayatlar’m finalindeki gibi gerçek Jose der Zer’in görüntüleri de ekrana yansıyor. Filmde Jose ve kameramanı Chango’yu izlerken akla sıklıkla, Don Kişot ve yardımcısı Sancho Panza geliyor.

(Oksijen O2, 25.10.2024)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN