Post image
Geçmiş Suçların Sefaleti

fikret-ilkiz_259133

Fikret İlkiz                                              

Yargı Bağımsızlığı Hakkında Temel İlkeler, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1985 yılında onaylanmıştır. Kaynağı Evrensel İnsan Hakları Bildirisidir. Bu temel ilkeler; kanun önünde eşitlik, masumluk karinesi ve kanunla kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni olarak yargılanma hakkını içermektedir.

Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar ile Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmeleri (ikiz sözleşmeler) bu hakların kullanılmasını güvence altına alır. Sadece Türkiye’de değil dünya üzerinde bu güvencelerin hayata geçirilememesi yüzünden yargı ile yargının bağımsızlığı, yargının tarafsızlığı ve temel insan hakları ve özgürlüklerinin korunması kavramları arasında ne yazık ki uçurumlar vardır. Bu uçurumların kapatılması ve yeni uçurumların yaratılmasını önlemek için Yargı Bağımsızlığı Hakkında Temel İlkeler hayata geçirilmeli ve uygulanmalıdır. (5) numaralı Temel İlke’ye göre;  “Herkes, önceden konmuş hukuki usullere göre yargılama yapan olağan mahkemelerde veya yargı yerlerinde yargılanma hakkına sahiptir.” 

Bu ilke önümüzdeki aylada tersine işleyecektir. Yargıyı etkisi altında tutmaya çalışan ve bunun için torba kanunlar yapanlardan demokrasi, yargının bağımsızlık ve tarafsızlığını teminat altına alacak bir hukuki düzen yaratılmasını beklemek saflık olur.

Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığını sağlamak için birçok kanun yapıldı. Yargıda demokratikleşmeyi sağlayacağı iddiasıyla hazırlanmış numaralandırılmış paketlerle sunulan kanun tasarıları vardı. Paketler yerini torbalara bıraktı. Torba kanunlar yapmak, kanun yapıcının alışkanlığı oldu.

Türkiye’nin hukuki rejiminin tüm sıkıntılarının çözülmesi için torba yasaların gerekçelerine bağlanan politik vaatler giderek çatışmaya, birinin diğerinden öç almasına dönüştü. Hiçbir vicdana ve adalete sığmayan torba yasaları hukukun arkasına saklanarak açıklamaktan çekinmediler. Ağız dolusu küfürlerle açıklanan, hınç alma duygularıyla kinlenen siyasal iktidar; eski ortaklarını suçlu ilan etmekten ve kendi suçlarının itirafçısı olmaktan hiç çekinmedi, çekinmiyor.

Ne hazindir ki; dünkü eylemleri gelecek iddianamelerin konusu olacak olan ve kendilerini “mağdur” ilan edenlerin mağduriyetlerine neden olan hukuk; birlikte ve el ele vererek yarattıkları hukuk… Kendi eserleri olan kanuni düzene göre kendilerine yapılanların hukuka aykırı olduğunu savunuyorlar. Kendi adaletsizliklerinin hukukuna sığınmaktan çekinmiyorlar.

Devlet içinde çöreklendikleri ve devleti ele geçirmek için örgütlenerek çeteler kurdukları gibi suçlamaların yer alacağı iddianamelerle yargılanmaları kuvvetle muhtemeldir. Bu tür suçlamalara karşı yapacakları savunmalar; bir zamanlar kendilerine altın tepsi içinde sunulan bir “devlet ortamında” edindikleri mevkilerle sağladıkları yetkilerine dayanacaktır. Muhtemelen şimdi suç sayılan her eylemden ve her şeyden aslında başından beri haberdar olan devlet yöneticilerinin kendi suçları olduğu temeline dayanarak “suçsuzluklarını” savunacaklardır. Ne dedilerse, onu yaptıklarını söylerken; suçlamada bulunacakların kendileri kadar suçlu olduğunu ve onlar kadar suçsuz olduklarını duyacağız.

Geleceğin iddianameleriyle ileri sürülecek olan suçlamalar; siyasal iktidarın geçmiş suçlarıdır.

Eğer “geleceğin şüphelileri”; her suçlama için; “emir verildi” yaptık, her iddia için; “mahkeme kararı” vardı, uyguladık savunması yaparlarsa acaba hangi hukuka göre yargılama yapılacaktır?

Seçiminiz dün olduğu gibi, bu gün de “düşman ceza hukuku” mu olacaktır?

Endişe ve korkunun hâkim olduğu ve yap/boz tahtasına dönüştürülmüş hukuk düzeninde; devlet içinde çete oldukları iddialarıyla doldurulacak olan şüpheliler hakkındaki ceza davaları; siyasal iktidarın kendi yazgısına dönüşecektir.

Her yargılamanın şüphelileri/sanıkları savunmalarında siyasal iktidarı ve yaptıkları her şeyin müştereken işlenmiş aynı suçun failleri olduklarını belirterek bir nebze olsun vicdanlarının rahat etmesi için yaptıkları yanında; belki de kendilerinden “yapılmasını istenenleri”  bile anlatabilirler… Ne de olsa yaptıkları her şey, bu devlet ve bu vatan için…

Ceza hukukunun amacı, kişilerin barış içinde ve güvenli olarak beraber yaşamalarını sağlamaktır. Ceza hukuku diğer hukuksal düzenlemelerin yetersiz kaldığı durumlarda kendisine başvurulması gereken son sıradaki hukuktur. Bizde ise ilk sırada yer alıyor.

Toplumsal düzendeki her aksiliği, her bozulmayı ceza yaptırımıyla gidermek hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu yüzden, ceza hukuku, cezalandırma hukuku değildir ve olmamalıdır. Ceza hukuku, bireyin temel haklarını ve hakkını korumalıdır. Yasaları üreten yasama organı, insan haklarını ihlal eden suçlar yaratamaz.

Çağımızda bireyler devletin demokratik meşruiyetinin var olup olmadığını ve nedenlerini araştırıp çözüm üretme işini devlete bırakmayacak kadar hak sahibidirler.

Dünden daha bilinçli olan bireyler geçmiş deneyimlerinden dersler çıkarmışlardır. Bu toplumun sadece kanun yapılarak ve “yasa düzeni” ile yönetilemeyeceğini, aksine “etik temelli hukuk düzeni” kurulması hedeflenmelidir.

İnsanları torba ceza davaları içine atarak yapılan yargılamaları unutarak yeniden hukuki düzen kurulamaz.

İnsan onurunun hiçe sayıldığı bir hukuki düzen yaratanlar; bu gün için sona eren ortaklıklarının ardından birbirlerini suçlayarak yaratacakları ceza davalarının felsefesi; geçmiş suçlarının itirafı ve hukukun sefaletidir.

02 Şubat 2015

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN