Fikret İLKİZ
Hiç inandırıcı olmayan politik iddia şuydu; onlar gazeteci değiller! Başka suçlardan dolayı tutuklandılar ve tutuklu gazeteci yoktur. Bu görüş, basın ve ifade özgürlüğünü baskılamaktır.
Kimin gazeteci olduğunu tanımlamak kolaydır, ama bazen çok zordur. Ama zorluk aşılabilir. Düşünce ve İfade Özgürlüğü Özel Raportörü Frank La Rue Haziran 2012 tarihli raporunda bu zorluğu aşmış. Gazetecilere geniş şekilde “işlev ve hizmetlerine” göre ve “tüm medya çalışanlarını” ve destekleyici personeli ve ayrıca toplum içerisindeki medya çalışanlarını ve geçici olarak bu rolü oynayan “yurttaş gazetecileri” içerecek şekilde gazeteciliği tanımlamıştır.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi ise 34 sayılı Genel Yorum Beyanında (11.09.2011. Paragraf 44) gazeteciliğin “tam zamanlı profesyonel muhabir ve yorumcuların yanı sıra blog yazarları ve basılı olarak internet üzerinden veya başka biçimlerde kendi kişisel yayınlarını yapan diğer kişileri de içeren… geniş bir aktör yelpazesinde paylaşılan bir işlev” olduğunu belirtmiştir (BM İnsan Hakları Konseyi 2012. Aktaran, Sejal Parmar. Gazetecilere Yönelik İnsan Hakları Koruması. Bilgi Ünv. Yayın. 2016 sf 48).
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ise 2000 yılında kabul ettiği tavsiye kararında benimsediği şekliyle “düzenli veya profesyonel olarak bilgi toplayıp herhangi bir kitle iletişim vasıtasıyla kamuoyuna yayan her türlü gerçek ve tüzel kişi” gazetecidir. Bakanlar Komitesi 2011 yılında üye devletleri dijital çağın yeni medya biçimlerini dikkate alarak ve tanımı genişleterek bu alandaki medya aktörlerini de kapsamak üzere; “yeni, geniş bir medya kavramı benimsemeye” davet eden bir tavsiye kararını da kabul etmiştir.
Hemen ardından 2014 yılında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin ilan ettiği “Gazeteciliğin korunmasına ve gazetecilerin ve diğer medya aktörlerinin güvenliğine ilişkin Bildiri” gazetecileri ve diğer medya aktörlerini aynı kabul etmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 14 Nisan 2009 tarihli Macaristan ile ilgili bir davada ( Başvuru No. 37374/05) “kamu bekçisi” olma işlevinin medyanın yanı sıra toplumdaki başka kesimlerce de yerine getirilebileceğine karar vermiştir. Bir başka karara baktığımızda ise “Sivil toplumun kamuoyunu ilgilendiren meselelerin tartışılmasına yaptığı önemli katkı” tanındığında, örneğin insan hakları davalarına iştirak eden bir sivil toplum kuruluşu da kamuoyu tartışmalarına bilgi sunmaya hizmet ediyor demektir. Dolayısıyla bu kuruluşun da “toplumsal bekçilik” ve tıpkı gazeteciler gibi “kamu bekçiliği” yaptığı kabul edilir.
Dile düşmüş suç davalarını, “insan hakları davalarını” gazeteciler ve sivil toplum kuruluşlarının izlemesi engellenmemelidir. AİHM’si, kamu yararı içeren bilgilere erişim önündeki her türlü engelin, gazetecileri, medya çalışanlarını ve “bunlarla bağlantılı alanlarda çalışanları”da, haber yapmak, kamuoyuna iletmek ve/veya araştırmalarına devam etmek konusunda caydırabileceğini, tıpkı gazeteciler üzerinde olduğu gibi bu kuruluşlar üzerinde de caydırıcı bir etki yaratabileceğini kabul etmiştir. Mahkeme bilgi ve habere erişimin engellenmesinin yarattığı bu etki sonucunda kamu bekçileri olarak “hayati öneme sahip rollerinin” içinin boşaltabileceğine hükmetmiştir ( Büyük Daire, 20.09.1999. Bladet Tromso ve Seedas/Norveç B.No. 21980/83, AİHM Steel ve Morris/Birleşik Krallık B.No. 68416/01. 15.2.2005. Age sayfa 49).
Herkesin tam anlamıyla gelişiminin olmazsa olmaz koşulu ifade özgürlüğüdür.
Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi’nin (05.02.2001) bir kararında belirttiği gibi “İyi bilgilendirilmemiş bir toplumun gerçek anlamda özgür bir toplum olduğu söylenemez”.
Bir başka gerçeğin daha altını çizmek gerekiyor. Gazetecilere ve medya çalışanlarına yönelik saldırılar, gazeteciliğin toplumsal işlevine karşı yapılmış saldırı demektir. Bu saldırıların özellik ve niteliklerini geniş yorumlamak gerekir. Saldırıların önlenmesi gereklidir. Çünkü “toplumsal kamu bekçiliği” görevinin yerine getirilmesi demokratik toplum düzeni ve tüm demokrasiler için kuraldır. Saldırılar sürerse, kamuoyunda tartışma yapılamaz ve gerçek, doğru bilgilerle bilgilenmemiş bir toplumsal tartışmanın hiçbir yararı olmaz. Bu nedenle, bilgilere ulaşımın önündeki tüm engellerin kaldırılması ne kadar hayati öneme sahipse, gazetecilere, medya çalışanlarına ve onlar gibi gazetecilik işlevini yerine getirenlere karşı uygulanan tüm saldırıların önlenmesi de hayati önemdedir. Saldırıların çoğalması demek; insan haklarının korunmasına yönelik koruma mekanizmalarının giderek çökmesi ve ortadan kalkması demektir, bu durum kabul edilemez.
Devlet hak ihlaline meydan vermemelidir, kendisi hak ihlal etmemelidir. İfade ve basın özgürlüğünün etkin biçimde kullanılmasını sağlamak görevidir. Kamuoyu tartışmalarının sağlanması ve herkesin demokratik bir toplum içinde yaşaması için “kamunun bekçileri” korunmalıdır.
Gazetecilerin tutuklanması, kamuoyu tartışmalarını önler. Gazeteciler ve medya çalışanları ve onlar gibi olanların haber verme ve gazetecilik işlevleri “tutuklamak suretiyle” engellenirse bu durum bir çeşit haber alma ve verme görevine karşı yapılmış saldırı niteliğindedir. Giderek toplumsal tartışmaların sürekli saldırı altında olduğu bir toplum suskun kalır, bu suskunluk endişeye ve korkuya dönüşür.
Gazeteciliğin korunmasına ve gazetecilerin ve diğer medya aktörlerinin güvenliğine ilişkin tedbirlerin eksiksiz yerine getirilmesi devletin pozitif yükümlülüğü olduğu kadar basın ve ifade özgürlüğünün bir sonucudur.
İçinde bulunduğumuz sonuçlar için Bağımsız İletişim Ağı’nın (BİA) 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü günü dolayısıyla yayımladığı Ocak-Şubat-Mart 2017 Medya Gözlem Raporunu incelemek yeterlidir (Erol Önderoğlu. Güncel Hukuk. Mayıs 2017. Sayfa 8-9). Rapora göre 118 gazeteci 1 Nisan’da cezaevine girmişse, en az 7 gazeteci ve 1 yayınevi saldırıya uğramışsa, 71 gazeteci Terörle Mücadele Kanununa muhalefetten yargılanmışsa, 129 gazeteci “örgüt” yöneticiliği veya üyeliği veya örgüte “yardım” iddiasıyla mahkeme önüne çıkmışsa, Cumhurbaşkanına hakaret suçundan 31 Mart 2017 tarihine kadar 19’u gazeteci olmak üzere 35 kişi hakkında 15 yıl 1 ay 20 günü ertelemeli olmak üzere toplam 35 yıl hapis cezası ve 62 bin 500 TL adli para cezası verilmişse, düşünmeliyiz. Aslında bütün bunlar herkesin ifade ve basın özgürlüğünün bir çeşit ağır “saldırı” altında olduğu anlamına gelir.
Nitekim 25.04.2017’de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde (AKPM) yapılan oylamada Türkiye; “demokratikleşme yönünde umut vermediği” gerekçesiyle “denetim sürecine” yeniden alındı. OHAL, hapiste bulunan gazeteciler, ceza davaları, yargının bağımsızlığı ve hukuk devleti olmak gibi sorunları dikkate alan AKPM “Türkiye’de Demokratik Kurumların işleyişi” başlıklı bu kararını 113 kabul oyuna karşılık 45 ret ve 12 çekimser oyla kabul etti.
Demokratikleşme sürecinde başa döndük. Başa gelen çekilir! Demokrasiye bütün kapıların kapatılmaya başlandığı bir süreç içindeyiz, olabilir!
Toplum ve kamuoyunun bekçileri; Türkiye’nin “evet” / “hayır” tercihi arasına sıkıştırılan hayatların tüketildiği bir ülkeye dönüştürülmesine izin vermeyeceklerdir. Aksine yurtseverler, onlar ve gazeteciler; adalet ve hukukun üstünlüğüne inanılan, herkesin onuruyla yaşayacağı bir memleketin yaratıcıları ve asıl sahipleridir.
08.05.2017
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN