Fikret İLKİZ
2013 yılında gerçekleştirilen “Yargıda İfade Özgürlüğüne Yönelik Farkındalığın Arttırılması” Projesi’nin Alan Araştırması Raporu Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümünden Prof.Dr. Melek Göregenli ve Uzman Psikolog Işıl Çoklar tarafından hazırlanarak yayınlanmış (TAA Yayınları 19- Matra. Mayıs 2013). Proje’de birinci aşamada hâkim ve savcı adaylarına sorulan sorular, ikinci aşamada, 3 büyük kentte İstanbul, Ankara ve İzmir’de hâkim ve savcı olarak görev yapmakta olan 17 katılımcıyla yüz yüze yapılan görüşmelerde sorulan sorulara verilen yanıtlar değerlendirilmiş. İkinci aşamada sorulan on sorudan birisi şöyle:
- Gazeteci, siyasetçi, yazar, akademisyen ve diğer toplumsal aktörlerin düşünce ve inançlarını ifade etmelerinden dolayı kovuşturmaya uğramaları ve cezalandırılmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Sizce ifade özgürlüğünün istisnaları var mıdır?
- Sizce ifade özgürlüğünün sınırı ne olmalıdır?
Raporda yer alan tespite göre katılımcılar “genel olarak gazeteci, siyasetçi, yazar, akademisyen ve diğer toplumsal aktörlerin düşünce ve inançlarını ifade etmelerinden dolayı kovuşturmaya uğramalarının çoğunlukla söz konusu olmadığını, düşünce ve inançlarının doğrudan ya da dolaylı olarak suç ve suçluyu övmek vb. işlevleri olduğu için kovuşturmaya uğradıklarını” düşünüyorlar. Buna rağmen ileri sürdükleri bu ayrımı yapmanın oldukça zor olduğu üzerinde genel olarak hemfikirler. İlginçtir; “Düşüncenin suç olup olmadığı ayrımını yapma sürecindeki belirsizliğin giderilmesinin en iyi yolu” katılımcılara göre; “evrensel ilkelere uygun yasal düzenlemeler ve uygulamalar yapılması” olarak görülüyor. Bu konuda, ifade özgürlüğünün sınırlarını genişletme konusunda önemli bir yol katedilmiş olmasına karşın başka düzenlemelere de ihtiyaç olduğu vurgulanmış… Katılımcılar genel olarak “şiddet” olgusunun bir ayrım kriteri olduğunu belirtmişler. Ayrıca “hakaret” kavramının yasadan ve uygulamadan kaynaklanan tanım zorluklarının da ifade özgürlüğünün sınırlarını daralttığı ve yasal düzenlemelerde halen boşluklar bulunduğu görüşündeler…
Raporda sorulara verilen bazı yanıtlardan alıntılar yapılarak “görüş” örnekleri verilmiş…
Alıntı 1
“: Tabi bu meslek mensuplarının birlikte değerlendirilecek istisnaları ve sınırı ne olmalıdır az önce bahsettiğimiz konuların içinde kısmen de sözü edildi, geçti. Yani çok netameli bir konu aslında. Gazeteci, siyasetçi, akademisyen ve ifade özgürlüğü, soruşturulması, yargılanması…
Şimdi 2005 sonrasında yasalar değiştiğinde biz de tabii ki meslek mensubu olarak dışarıdaki aktüeli takip eden, onunla ilgili materyalleri, belgeleri, dokümanları okuyan diğer insanlar gibi daha yeni kavramlar olan ve ilk kez belki yargılama konusu olan birtakım suç tipleriyle karşılaştık. Bunlardan bir tanesi de 312. madde (Hükümete karşı suç), 313. madde (Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyan), 314.(Silahlı örgüt) maddelerdeki terör, hem ülkenin idaresini ortadan kaldırmaya yönelik hareketler, eylemler, bunların bir süreç içerisinde bütünlük arz edip ülkenin seçilmiş iktidarını ortadan kaldırmaya, yönetime darbe yoluyla ulaşmaya çalışmak. Yani bu meslek mensupları aslında hep sadece aktüeli takip etmek anlamında bir araya geleceği düşünülürken o süreçte biz bir suçun gerçekleşmesi anlamında fikir birliği edilip yapılabileceği gibi şüphelerin ve ihmallerin bulunabildiğini duyurmaya, okumaya başladık.
Bunu ayırmak kolay değil, o anlamda onu söyleyeyim ben, ayırmak kolay değil hakikaten. Biz ilkesel olarak mesleğini kendisi icra etmekte olan bir gazetecinin, bir yazarın fikrini sırf aykırı geldi diye, sırf o zamanın ezberlerini bozdu diye soruşturulmasını, yargılanmasını elbette yanında olamayız. Ama yani bunun demin söylediğim suç tipine uyan kısmının nerede başlayıp, nerede bittiğiyle ilgili daha birkaç senenin uygulanması olmaya başlayan bir suçla ilgili ayrışma yapmak kolay değil.
Büyük resim içerisinde o yazarın, o gazetecinin eylemi nedir, nerede başlar, nerede biter ve hangi sonuçları beraberinde getirmiş? Yani kesin biçimde saptanamayacağı gibi burada da zaten sizin de bildiğiniz, bizim de okuduğumuz, çoklarının şu sıralar gündemde olduğu, söylediği gibi zaten mesleğini icra etmekte olan gazetecidir, zaten bu kişinin kendi iş yapma, görev yapma biçimi zaten yazarlıktır, bunu yazdı diye, kitap yayınlandı diye, akademisyenlik yaptı diye nasıl böyle bir suçlama yöneltilebilir deniyor.
Ama çok iyi biliyoruz ki psikolojik olarak birtakım toplumsal dürtüleri harekete geçirip odaklanma ve belli bir merkeze doğru, belli bir hedefe doğru kanalize etme de çokça kullanılan modern zamanların psikolojik harp tekniklerinden bir tanesi. Bunu da göz ardı edemeyeceğimize, stratejik olarak büyük devletlerin ve herhangi bir istihbarat örgütünün de kolayca kullanabildiği bir yöntem olduğuna göre, bu yöntemi akademi bünyesi içerisinde gazeteci adıyla, yazar adıyla da kullanma imkân ve ihtimali bulunabildiğine göre bunu da gözden ırak tutmaksızın ilkeyi tabii ki doğru tespit etmekte fayda var.
Temel ilke nedir? İfade özgürlüğünün herkesin kendi mesleğinden kaynaklanan standartlar ve evrensel ölçüler mertebesinde kullanılması. Sınırı ne olmalıdırla ilgili bu mesleklerin yani büyük açılı bir evrensel dünyaya hitap ettiklerini düşünecek olursak, kolay değil bence şeyini koymak bu süreçte. Yani bu budur, şurada başlar şurada bitmelidir gibi bir şey söylemek kolay değil. Şimdi temelde yasalarda söylenen şudur; şiddete teşvik eden, şiddeti alkışlayan, suçu öven, suçluyu öven anlamındaki yayınlar ve bunu söz eden gazeteci, yazar, akademisyen gibi düşünceler elbette sınırlanmalı ve bunu da en azından ayıklanmalı diye düşünülebilir. Belki suçlanması ya da cezalandırılabilir olması sosyal politikayla ilgili devletin tercihidir. yasamanın tercihidir. Ne zaman cezalandırılması gerektiği, ne zaman cezalandırılması suç politikasıyla ilgili bir durumdur. En azından ayıklanabilir bir durumdur ama söylediğim anlamdaki ayrışmayı gerçekleştirmek şu süreçte, şu yaşadığımız 8-10 senelik süreçte biraz zor” (Matra Rapor. Sayfa 41-43).
Raporda beş ayrı alıntıya yer verilerek yargının yargıç ve savcılarının “düşüncelerinden” örnekler verilmiş…
2013 Yılından üç yıl sonraya gelelim… 15 Mart 2016 tarihli Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik Komisyonu) Türkiye hakkında TCK’nun 216 (Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama), 299 (Cumhurbaşkanına hakaret), 301 (Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama) ve 314 (Silahlı örgüt) maddelerinin uygulanması ile ilgili Görüşü açıkladı.
Venedik Komisyonu, öncelikle, TCK madde 301’in ve 314’ün (madde 220 ile birlikte) uygulanmasına ilişkin olarak Türkiye’de bir takım gelişmeler olduğunun ve hak ihlallerinin önlenmesi için Terörle Mücadele Kanunu dâhil yapılan yasal değişikliklerin altını çizmektedir.
“Venedik Komisyonu bu olumlu adımları hoş karşılamaktadır. Ancak, meydana gelen bu gelişmelerin açıkça yetersiz kaldığı sonucuna da varmaktadır. Mevcut görüşe konu olan tüm maddeler orantısız yaptırımlar öngörmekte ve çok geniş biçimde uygulanmakta, özellikle de AİHS madde 10 ve buna ilişkin içtihatlarla beraber ICCPR (Uluslalararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi) madde 19 (İfade özgürlüğü) tahtında korunan davranışları cezalandırmaktadır.
Bu dört maddenin uygulamalarının AİHS madde 10 ve ICCPR madde 19 ile tam olarak aynı doğrultuya getirilmesi için radikal olarak farklı bir şekilde uygulamaya tabi tutulmalıdır. Komisyon, ifade özgürlüğü hususunda kısıtlama etkisi yaratan bireylerin kovuşturmalarının ve özellikle ilk derece mahkemeleri tarafından verilen mahkûmiyetlerin sona ermesi gerektiğinin altını çizmektedir. Bu durum, eğer kişi bazı durumlarda yıllarca süren ceza kovuşturmasına tabi kılındıktan sonra sonunda Yargıtay tarafından suçsuz bulunacaksa yeterli değildir. Dahası, Komisyon, Devletlerin farklı ve alternatif düşüncelerin yeşerebileceği olumlu bir ortam yaratma pozitif yükümlülüğünün öneminin altını çizmektedir.”
Matra Raporuna göre her ne kadar yargının aktörleri evrensel normlara uygun yasalar ve uygulamalardan yana olduklarını ifade etmişlerse de; “zihniyetin” suç aramak ve suç yaratmak konusunda çok daha mahir oldukları verdikleri kararlarındaki ve meslekten atılan yargıçların ve savcıların “atılma” gerekçelerinde yazılıdır.
Yargının işlevi pozitif olarak ifade özgürlüğünü “korumak” olmalıdır. Ama ifade özgürlüğünün istisna, asıl kuralın sınırlandırma olduğu artık yargısal değil, idari pratik olduğu gerçeği; bağımsız ve tarafsız olmayan yargı kararlarıyla apaçık ortadadır.
14 Ağustos 2017
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN