Post image
Filmler arasında yolculuk

Ali Deniz ŞENSÖZ
alıdenizsensoz@gmaıl.com

Bu yıl 6 – 17 Nisan tarihlerinde düzenlenecek 37. İstanbul Film Festivali’nin 210 filmlik programından rehberlik yapacak bir seçki hazırladık.

Sınefillerin kalp atışlarını hızlandıran, yılın en heyecan veren sinema etkinliği bu yıl 37. kez sinemaseverlerle kucaklaşıyor. 18 bölümde 43 ülkeden toplamda 210 filmin izleyicilerle buluşacağı festivalde, gösterimlerin yanı sıra söyleşiler, konserler ve özel etkinlikler de gerçekleşecek.

Beyoğlu’nda Atlas Sineması, Beyoğlu Sineması, Pera Müzesi; Nişantaşı’nda Cinemaximum City’s; Gayrettepe’de Cinemaximum Zorlu ve Kadıköy’de Rexx Sineması ile Kadıköy Sineması başta olmak üzere toplam dokuz salonda gösterimler düzenlenecek. Festivalin heyecan veren geleneksel bölümlerinin yanında bu yıl programa yeni bir bölüm daha ekleniyor. Güçlü kadın karakterleri merkezine alan, kadın yönetmenlerin imzasını taşıyan filmler Çiçek İstemez bölümünde izleyicilerle buluşacak. Festivalin bu yıl ki Sinema Onur Ödülleri ise oyuncu Perihan Savaş, yazar ve senarist Osman Şahin, yönetmen Aram Gülyüz ve yapımcı Arif Keskiner‘e veriliyor.

Festivale yıllardır ev sahipliği yapan Atlas Sineması’nın müdürü Cevdet Pişkin‘e ise Sinema Emek Ödülü takdim edilecek.

 

“The Rider”ın başrolünde Brady Jandreau’yu izliyoruz.

BİR ERKEKLİK PORTRESİ FESTİVAL

“The Rider” ULUSLARARASI YARIŞMA

Cannes dahil birçok önemli festivalde gösterilen “The Rider”, Amerika’da yaşayan Çinli yönetmen Chloe Zhao‘nun imzasını taşıyor. Genç binici Brady’nin rodeo sırasında kafasına aldığı ölümcül darbenin ardından bir daha rodeo yapamayacağını öğrenmesıyle değişen hayatını konu alan film, karakterin varoluşsal sorgulaması üzerine kurulu. Etkileyici görsel dokusu ve sade anlatımıyla dikkat çeken “The Rider”, erkeklik mefhumunu masaya yatırış şekliyle de benzerlerinden ayrışan bir yapım.

> Alman inşaat işçileri arasında Meinhard Neumann yer alıyor.

AVRUPA’DA BİR NEO-WESTERN

“Western” ULUSLARARASI YARIŞMA

Prömiyerini Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde yapan “Western”. Bulgaristan kırsalında çalışan bir grup Alman inşaat işçisinin öyküsüne kamerasını çeviriyor. Yerel halkla iyi ilişkiler kurmasının ardından iş arkadaşları tarafından dışlanan bir işçinin öyküsünü takip eden film, günümüz Avrupa’sında geçen bir Western. Almanya’nın bir nevi istilacı konumda bulunduğu bir bölgenin portresini çıkaran film, günümüz Avrupa’sındaki toplumsal çatışmaları da irdeleyen bir metne sahip.

 

 

AFRİKA’NIN GÖRÜNMEYEN HAYATLARI

“Makala”
NTV BELGESEL KUŞAĞI

Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin güneyinde, yoğun kömür imalatı yüzünden doğal hayatın neredeyse yok olduğu bir bölgede geçen “Makala” geçen yıl Cannes’ın Eleştirmenler Haftası bölümünde En İyi Film Ödülü’nü kazandı. Ailesine bakabilmek için odun kömürü yapan ve yaptığı kömürü satmak için tehlikeli yolculuklara çıkmak zorunda olan Kabwita’yı takip eden belgesel, Afrika coğrafyasını şiirsel bir şekilde tasvir eden dingin bir atmosfere sahip.

 

 

FRANSA KIRSALININ BİLİNMEYEN YÜZÜ

“Petit Paysan / Çiğ Süt” GENÇ USTALAR

Bu yılki Cesar Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve En İyi İlk Film ödüllerini kazanan “Çiğ Süt”, büyük şirketlerin karşısında ayakta kalma mücadelesi veren bir çiftçinin öyküsünü ele alıyor. Küçük bir mandıraya sahip olan Pierre, et yiyen bir virüse yakalanan hasta ineğini yetkililer fark etmeden öldürüp gömmek zorunda kalır; fakat bu durumu saklaması kolay olmayacaktır.

Hubert Charuel ilk uzun metrajında, Fransa’da büyük şirketlerin hayvancılık piyasasını ele geçirmesinin ardından yüzlerce aile şirketinin yok olmasına, onlarca çiftçinin intihar etmesine neden olan can alıcı bir meseleyi sade bir dille anlatıyor.

 

 

SIRADIŞI BİR AŞK

“Soldatii. Poveste din Ferentari / Bir Mahalle Hikâyesi”

ULUSLARARASI YARIŞMA

Bükreş’in arka sokaklarını mesken tutan “Bir Mahalle Hikâyesi” 40’lı yaşlarındaki utangaç antropolog Adi ile eski suçlu Alberto arasındaki ilişki üzerine kurulu. Gizli bir ilişki yaşamaya başlayan ikili, fakirliğin ve sefaletin pençesine düştükleri noktada birbirlerine destek olarak hayatta kalmayı başarıyorlar. İki farklı kültürden, orta yaşlarında iki adamın sırajdışı aşkını şefkatli bir şekilde ele alan film mizahı da elden bırakmıyor. Festivalin en dokunaklı yapımlarından biri.

 

DUYARSIZ BİR TOPLUMUN KARANLIK PORTRESİ

“Dhogs / Kopuzlar” MAYINLI BÖLGE

İzleyicileri zorlayacak filmlerin yer aldığı Mayınlı Bölge’de bu yıl “Kopuzlar” oldukça ses getireceğe benziyor. Üç farklı hikâyenin yer aldığı film, çölün ortasındaki ıssız bir benzincide ve bir otel odasında geçiyor. İnsanların en vahşi, en hayvani dürtülerini sergilediği üç öyküyü tüm çıplaklığıyla anlatan “Kopuzlar” kader ve talih kavramlarını irdeleyen bir korku filmi. Andres Goteıra’nın ilk uzun metrajı, gün geçtikçe duyarsızlaşan bir topluma eleştiri oklarını da yöneltiyor.

 

Film Berlinale’den ödüllerle döndü

 

GÜÇLÜ KADINLAR

EŞCİNSEL AŞKIN KURUMSAL HÂLİ

“Las Herederas / Mirasçılar”

NERDESİN AŞKIM?

Bu yıl Berlinale’de En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazanan “Mirasçılar”, 30 yıldır beraber olan Chela ve Chiquita’nın ekonomik sorunlar yüzünden bozulan ilişkisini anlatıyor. Ailelerinden kalan mirasın son kısmını da sattıktan sonra sevgilisi hapse düşen Chela korsan taksicilik yapmaya başlıyor ve başka birine âşık oluyor. Eşcinsel ilişkinin, heteronormatif standartlar içinde yaşandığında nasıl bozulduğunu irdeleyen film, LGBT sinemasında fazla işlenmemiş bir meseleyi soğukkanlılıkla anlatmayı başarıyor.

GENÇ BİR KADININ İSYANI

“Ava”

ÇİÇEK İSTEMEZ

Festivalin bu yılki yeni bölümlerinden Çiçek İstemez, kadın yönetmenlerin imzasın taşıyan, güçlü kadın karakterleri merkezine alan filmlere yer veriyor. Cannes dahil birçok festivalden ödüllerle dönen “Ava” bu bölümün öne çıkan yapımlarından. Gözleri bir hastalık yüzünden görmemeye başlayan 13 yaşındaki Ava, kör olmadan önce geçireceği son yazında yaşlı bir adamın köpeğini çalarak heyecan dolu bir maceraya atılıyor. İlk filminde oldukça katmanlı bir görsel yapı oluşturmayı başaran Lea Mysius, takip edilmesi gereken yönetmenler listesine alınmalı.

 

Fantastik öğelerle bezeli “Görgü Kuralları”, bu yılki festivalin gözdelerinden olacağa benziyor.

KARANLIK BİR MASAL

“As Boas Maneiras / Görgü Kuralları”

ULUSLARARASI YARIŞMA

Bu yılki festivalin gözdelerinden olması beklenen, izleyen herkesi büyüleyen “Görgü Kuralları”, fantastik öğelerle bezeli bir psikolojik gerilim. Birçok festivalden ödüllerle dönen yapım daha önce gerilim filmleriyle dikkat çeken Julıana Rojas ve Marco Dutra’nın imzasını taşıyor. Ana henüz doğum yapmadan, bebeğine dadılık yapması için Clara ile anlaşır. Clara, Ana’nın gün geçtikçe tekinsiz bir ruh hâline büründüğünü gözlemleyecektir. Anneliğe ve cinsel arzulara dair endişeleri perdeye yansıtan “Görgü Kuralları” karanlık masalları andıran atmosferiyle de dikkat çekiyor.

EPİK BİR KÜTÜPHANE PORTRESİ

“Ex Libris: The New York Public Library / Ex Libris: New York Halk Kütüphanesi”

YILLARA MEYDAN OKUYANLAR

Yaşayan en önemli belgesel yönetmenlerinden Frederick Wiseman’ın geçen yıl Venedik Film Festivali’nde FIPRESCI Ödülü kazanan son filmi “Ex Libris: New York Halk Kütüphanesi”, dünyanın en büyük halk kütüphanelerinden birinin iç dinamiğini gözler önüne seriyor. Wiseman her zamanki gözlemci üslubuyla, kurumun işleyişinden kütüphaneye gelen ziyaretçilerin gündelik rutinlerine mekânın içindeki devinimi en ince ayrıntısına kadar tasvir etmeyi başarıyor. Filmin dört saatlik süresi gözünüzü korkutmasın, “Ex Libris: New York Halk Kütüphanesi” son yılların en etkileyici belgesellerinden biri.

 

BELGESELİN GÜCÜ

 

BİR AİLE PORTRESİ

“Carre 35 / Parsel 35”

NTV BELGESEL KUŞAĞI

Fransız oyuncu Eric Caravaca’nın ilk uzun metraj belgeseli geçen yıl Cannes’da yarışma dışı gösterilmişti. “Parsel 35”, üç yaşındayken Cezayir’de ölen kardeşi Christine’in gizemli öyküsünü çözmeye çalışan Eric Caravaca’yı takip eden oldukça kişisel bir belgesel. Farklı kişilerden topladığı bilgilerle kardeşinin başına gerçekte ne geldiğini çözmeye çalışan Eric, Christine’in öyküsü üzerinden Fransa’nın sömürgeci tarihine dair de tespitlerde bulunuyor. “Parsel 35”, kişisel olanın politik olduğunu kanıtlar nitelikte güçlü bir öykü anlatıyor.

 

Caravaca, ölen kardeşi Christine’in gizemini çözmeye çalıştığı, oldukça kişisel bir belgesele imza atıyor.

 

YABANCILAŞTIRICI BİR DENEYİM

“The San San Trilogy / San San Üçlemesi”

MAYINLI BÖLGE

Daha önce, Michael Elmgreen ve Ingar Dragset’in küratörlüğünü üstlendiği 15. İstanbul Bienali kapsamında Galata Rum Okulu’nda sergilenen “San San Üçlemesi” bu sefer festivale konuk oluyor. Bir dizi dekor, çevre düzenlemesi, resim ve mimari modellemeler aracılığıyla oluşturulan üç anlatının yer aldığı film, Herman Kahn’ın 1967 tarihli kitabında ortaya attığı fikirlerin etrafında şekillenmiş. Kentlerin ve gündelik hayatın gün geçtikçe daha da kaotikleştiği bir dönemde “San San Üçlemesi” izleyiciye yabancılaştırıcı bir deneyim sunuyor.

AVANGART BİR DİSTOPYA

“Liquid Sky”

GÖMÜLÜ HAZİNELER

’80’li yılların kült filmlerinden “Liquid Sky” büyük perdede deneyimlenmesi gereken sinemasal bir aşırılık. Sinema tarihinin belki de en sıradışı, en komik ve en arıza bilimkurgularından biri olan yapım, eroinle beslenen ve dünyaya eroin almak için inen bir grup uzaylının New York’un yeraltı dünyasında daha büyük nazların peşinden koşmasını anlatıyor. Avangart bir estetiğe sahip olan film günümüz pop ikonlarına da ilham vermiş kitsch bir distopya. Filmde Tilda Swinton yer alıyor.

 

KUİR SİNEMA BAŞYAPITI

“The Last of England / İngiltere’nin Sonu”

MİMARİ ÜTOPYALAR-SİNEMATİK DİSTOPYALAR

Ali Mahmut Demirel’in 16 Mart – 15 Temmuz tarihleri arasında Arter’de düzenlenen üç videoluk sergisine esin kaynağı olan üç filmin gösterileceği Mimari Ütopyalar-Sinematik Distopyalar bölümünün en etkileyici filmlerinden biri, Derek Jarman’ın başyapıtlarından “İngiltere’nin Sonu”.

1980’lerde neoliberalizmle beraber kültürel ve sosyal anlamda çöküşe geçen İngiltere’ye sert bir eleştiri getiren filmde Tilda Swinton da ilk önemli performanslarından birini sergiliyor.

(Milliyet Sanat, 31.03.2018)

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN