Fikret İLKİZ
Eskiden…
12 Mart 1971’de darbe yapan faşist cuntanın ilk işlerinden birisi 1961 Anayasasını değiştirerek Bakanlar Kuruluna Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi vermek olmuştu. Alışkanlıklarını değiştirmediler. 12 Eylül 1980’de faşist cunta işbaşı yapınca 1982 Anayasası ile KHK çıkarma yetkisini genişletti. Cumhurbaşkanı ile Bakanlar Kuruluna, olağanüstü haller ile sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hallerinde sadece kanunlarla değil, Anayasayla da bağlı olmaksızın KHK çıkarma yoluyla çok geniş yetki ve serbest düzenleme hakkı getirdi.
Yeniden…
Anayasa Madde 91, 121 ve 122 ile olağanüstü hallerde Bakanlar Kurulunun KHK ile hukuki, idari ve siyasi rejimi belirleme yetkisi sürüyor. Kanun Hükmünde Kararname rejimi hukuk, demokrasi ve temel haklar açısından çok büyük bir sorundur. Bu sorunu çözmeden hukuk devletini otoritenin buyruklarından kurtarmak olanaksızdır.
Eskidendi…
Yaşadık ve gördük… Örneğin Doğu ve Güneydoğuda 1987’den itibaren hiçbir siyasal ve ciddi yargısal denetime tabi olmayan KHK düzeni oniki ilde uygulandı. Adına ister KHK deyin, isterseniz “olağanüstü KHK’ler”, isterseniz basındaki adıyla “SS Kararnameleri” deyin, “eskiden” bu topraklar üzerinde tümü uygulandı. Yani geçmişte yürürlükte olan asıl Anayasanın yanında olağanüstü hal rejiminin KHK ile oluşturulmuş ikinci bir Anayasa daha vardı. Prof. Dr. Lütfi Duran, bu tür KHK’leri şöyle adlandırıyor: “Bu KHK’ler iktisadi, sosyal, siyasal ve milletlerarası dönemlerde çıkarılabildiği için, bunların tümünü kapsayabilecek olan “bunalım kararnameleri” diye adlandırılması uygun olur sanırım”.
Eskiden…
Güneydoğuda 1984 yılından itibaren ortaya çıkan olaylardan sonra, bölgedeki sıkıyönetim 1986 yılında olağanüstü hal rejimine dönüştürülmüştü. 10 Temmuz 1987 tarihli 285 sayılı KHK ile güneydoğuda sekiz ili kapsayan “Olağanüstü Hal Bölge Valililiği” kurulmuştu. 25.10.1983 kabul tarihli 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununda yeri bulunmayan bu tür bir “valilik”, kanunda öngörülmeyen ve yargısal denetim dışında bırakılan çok geniş yetkilerle donatılmıştı. Anayasaya, demokrasiye aykırı olan ve yargı denetimi dışında bırakılan 285 sayılı KHK ile kendine özgü, olağandışı ve süresiz ve bambaşka bir hukuki statü yaratılmıştı.
285 sayılı KHK’ye yeni Kararnameler eklendi. Hatırlayın 413, 421, 424 ve 425 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerle Bölge Valiliğinin statüsüne yeni eklemeler yaptı. Temel haklar olabildiğince kısıtlanmış basın özgürlüğü ortadan kaldırılmış ve basın bunlara SS Kararnameleri adını takmıştı. En son 15 Aralık 1990 tarihli 430 sayılı KHK, Olağanüstü Hal Bölge Valililiğinin görev ve yetkilerini çoğaltarak güçlendirdi. Kamu düzeni, can ve mal emniyeti, temel haklar ve kanunlar Valilikten sorulurdu. Olağanüstü Hal Bölge Valiliğinden “bildirilmiştir” denilen buyruklar her şeye egemendi. Anayasanın 148 inci maddesine göre olağanüstü hallerde sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesine dava açılamaz. Eskiden böyleydi, şimdide… Buna rağmen 1990 ve 1991 yıllarında SHP iki ayrı iptal davası açtı ve kısıtlı bir inceleme bile olsa Anayasa Mahkemesi KHK’lerin bazı hükümlerini iptal etti (Örneğin AYM 10.01.1991 tarihli ve K.1991/1 sayılı kararı).
Bu kararnameleri Anayasaya aykırı gören Prof. Dr. Lütfi Duran “Bunalım Kararnameleri” başlıklı Eylül 1995 tarihini taşıyan yazısında “…hürriyetçi demokrasi, insan haklarına saygılı hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlüklerden eşit yararlanma, demokratik toplumun gerekleri, yargısal denetim v.b. ilke ve kuralları ile de bağdaştırılması mümkün değildir” diyordu (http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/473/5450.pdf.). Sayın Duran; yapılması en doğru ve zorunlu şey olarak Anayasa’da yapılacak köklü değişiklikler arasında, bunalımlı dönemlerde ve yürütmeye verilecek görev ve yetkilerin çok sıkı kayıt ve şartlara bağlanarak, en aza indirilmesini ve tümüyle yargısal denetime tabi tutulmasını önermektedir.
Eskiden…
Çok ilginçtir, memleketin hukuk düzeni yapıcılarını çok iyi tanıyan Sayın Lütfi Duran, uzak görüşlü yaklaşımıyla yirmi yıl önce (Eylül 1995) İl İdaresi Kanununa nelerin aktarılacağını aynı yazısında şöyle yazmış: “Oysa bir süreden beri yetkililer, güneydoğu Anadolu’da, gerçekten Anayasa’ya, demokrasiye ve hukuka aykırı olan 285 sayılı KHK ve eklerine göre uzun zamandır yürütülen olağanüstü hal rejimini sona erdirmek bahanesiyle, bunların temel hükümlerini İl idaresi kanununa aktararak ya da yeni bir kanuna dönüştürüp, sürekli biçimde tüm ülkeye yaymak isteklerini açıklamaktan çekinmiyorlar (Yeni Yüzyıl 19 Eylül 1995). Bu yolda bir girişim olumlu sonuca vardığında ortaya çıkacak kanuna karşı dava açılırsa, Anayasa Mahkemesinin bunu yürürlükten alıkoyup iptal edeceğinde kuşku yoktur.”
KHK’ler geçici olarak çıkarılırdı, ama bıraktığı izler kalıcı oldu. Basında (SS Kararnameleri) denilen Güneydoğu Kararnamelerindeki “hukuk”; olağanüstü rejimin olağan hale dönüşmesini sağladı. Geçmiş, günümüze böylece ilham verdi.
Eskidendi ve bütün bunlar olağanüstü hal yüzündendi denebilir… Ama o yıllarda bazı yetkilerin İl idaresi Kanununa aktırılması suretiyle olağanüstü hali ve sıkıyönetim rejimini tüm ülkeye yayma amacıyla çıkarılan KHK’ler günümüzde kurulması hedeflenen otoriter rejimin kaynaklarına dönüşmüştür. Eskiden yaşadıklarımız, yeniden yaşanacak.
Yeniden, eskinin olağanüstü hali olağan hale dönüştürülecek.
Mecliste bekleyen İç Güvenlik Tasarısı İl İdaresi Kanununu bu nedenle değiştiriyor.
Sayın Prof. Dr. Lütfi Duran’ın 1995’de dikkat çektiği zihniyete uygun olarak 2015 yılında İç Güvenlik Kanun Tasarısı ile 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. ve 66. maddesi değişiyor. Kanunun 11.maddesine G, H ve I bentleri ekleniyor. Vali ve kaymakamlar geniş adli yetkilerle donatılıyor. Tıpkı, olağanüstü Hal Bölge Valilileri gibi… Tasarıya göre Valiler, kaymakamlar “lüzumu halinde”, kolluk amir ve memurlarına suçun aydınlatılması ve suç faillerinin bulunması için gereken acele tedbirlerin alınması hususunda doğrudan “emirler” verebilecekler. Eskiden olduğu gibi, yargının yerini, Valilikler, kaymakamlıklar yani yürütme ve idare alıyor. Kamu düzeninin, kişilerin mal ve can emniyetlerinin korunması adına “hukuki rejim” Vali veya Kaymakamın geniş takdir yetkisine bağlanıyor.
Demokratik hukuk devletinde; güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, bağımsız ve tarafsız yargı ilkesine, adil yargılanma ve savunma hakkının korunması ilkesine kimse aldırmıyor.
Bu durum; olağanüstü dönemin olağanlaştırılması değil midir?
Eskiden Olağanüstü Hal Valililiğinin işlem ve eylemleri olağan karşılanırdı.
Günümüzde, olağan valilerin olağanüstü yetkilerle yeniden donatılmasında bir olağanüstülük yok gibi görülüyor ve durum böylece içselleştiriliyor.
Eskinin yeniden yaşandığına tanıklık ediyoruz. Geçmiş demokrasi veya geçirilmekte olan ileri demokrasi sürecinin olağanüstü denebilecek bir değişiklik hali de yok…
Eskiden olağanüstü hal bölgesinde Kanun Hükmünde Kararnamelerle yetkilendirilmiş olağanüstü Hal Valiliği ve Valisi vardı…
Yeniden ama bu kez bütün memlekette olağanüstü yetkileri kullanmakla yetkilendirilecek olağan Valiler ve Kaymamamlar olacak…
Eskiden, olağanüstü olağan haller… Yeniden, olağan olağanüstü haller…
Eskiden… Yeniden…
16 Şubat 2015
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN