Ünal ÖZMEN
Politikacı zihnini ne denli az kullanırsa, haliyle politika yaptığı yer de zihinsel faaliyet alanı olmaktan uzaklaşır. Siyasetçinin kültürel düzeyi doğal olarak tartışmada kullandığı üslup ve kavga etme biçimine de yansır.
Meclis Başkanı Cemil Çiçek, üslubundan şikayetçi olduğu milletvekillerini uyarmaları için parti yöneticilerine mektup yazmış. Terbiyeli olsun diye… Vekilimin üslubu bozukmuş, manasız laflar ediyormuş diye tasalanmayın; trent bu… Yanlız Türkiye’de değil, tüm dünyada liberal politikalarla birlikte politikacının da kalitesi düşüyor. Politikacıda kalite kaybı, konuşma içeriğindeki düzeyindüşüşü ile belli oluyor. Politikacı zihnini ne denli az kullanırsa, haliyle politika yaptığı yer de zihinsel faaliyet alanı olmaktan uzaklaşır. Siyasetçinin kültürel düzeyi doğal olarak tartışmada kullandığı üslup ve kavga etme biçiminede yansır.
1858’DEN GÜNÜMÜZE SİYASETÇİ DİLİ
ABD siyasetçilerinin siyasi söylem düzeni araştıran Eğitim ve kariyer danışmanlık kuruluşu The Princeton Review, ABD’de ders kitaplarının değerlendirilmesinde kullanılan Kelime Testi yöntemi ile başkan adaylarının karşılıklı atışmalarını karşılaştırmış. Karşılaştırma yakın tarihe gelindikçe başkan adaylarının konuşma metinlerindeki düzeyin hızla düştüğünü gösteriyor. ABD seçmeni 12 yıllık bir eğitimden geçmiş olmasına rağmen karşılaştırma. Bush’un konuşmasının 6. Sınıf düzeyindeki bir çocuğun zihinsel kapasitesine hitap ettiği sonucunu vermiş. ( Türkiye siyasetçilerinin, konuşma içerileri teste tabi tutulsa Bush’a erişebilen çıkar mı acaba? Test etmek lazım.) Buna karşın 1858 başkanlık seçiminde rakibi Stephen Douglas’la tartışan Abraham Lincoln’ün konuşma metni ise 12. sınıf düzeyinde bulunmuş. ( Karşılaştırmanın analiz edildiği bir yazı adresi: fttp://www.hoover.org/news/daily-report/25413) Bu sonucu değerlendiren başka bir yazıda da son yıllarda politikacılar arasında gerçekleşensiyasi çekişmelerin, oyun sırasında kavgaya tutuşan çocuklarınkine benzediği yorumunu okumuştum.
Politikacıların siyasi söylemlerini içerikten arındırması, vatandaşı değiştirip dönüştürme yerine kendini vatandaşa benzetmenin daha basit olmasıyla ilgili olsa gerek. Partiler artık zihinsel kapasitesi düşük, boş konuşmayı becerebilen (!) kişiler tarafından yönetiliyor. Doğal olarak yönetici, dağarcığı anlamlı konuşmaya elverişsiz kişileri tercih ediyor ve parlamentolar genellikle bu kişilerden oluşuyor. Sadece parlamentolar değil, televizyon ve gazete yazarları da anlaşılması zihinsel çapa gerektirmeyen, sindirimi kolay laf üretenler arasından seçiliyor. Liberalizm bu! Satışa sunduğu her mal gibi bilgiyi de müşterinin talebine göre üretiyor.
Demirel, üslubunu beğenmediği bir milletvekilini partisinden ihraç etmişti
22 EKİM 1965 genel seçiminde, biri CHP (Cumhuriyet halk partisi)’li diğeri AP ( Adalet Partisi)’li iki aday, seçileceklerinden emin olmalarına rağmen partilerinin oy oranını arttırmek için köy köy dolaşmaktadırlar. Hemen her gün, biri diğerinden boşalan köye giderken bu iki politikacının yolu kesişmektedir. CHP’li olan genellikle AP adayının toplandığı kalabalığa hitap etmektedir. Bu da rakibinin konuşmasından zaman geçmeden haberdar olmasını sağlar; rakibin her gittiği yerde kendisini hedef alan konuşma yaptığında CHP adayı böylece haberdar olur.
AP adayı, öyle parti programından, seçim beyannamesinden falan anlamaz; çevresinde toplanan kalabalığa rakiplerine efelenerek, onların aleyhinde konuşarak ilgi toplamaya çalışır. Ne yazık ki CHP adayının aleyhinde kullanacağı malzeme olarak pek bir şey de bulamaz; boyuna, posuna, özel hayatına, velhasıl ne bulursa küfürle karışık verip veriştirir. Fakat gittiği yerde ahali CHP’li olana, maruz kaldığı küfürleri nakleder. Bir gün, beş gün derken CHP adayı dayanamaz, seçim konvoylarının karşılaştığı bir köy girişinde AP’lileri durdurur ve rakibinin yanına giderek konuşmak istediğini söyler. CHP adayı, koluna girerek kalabalıktan uzaklaştırdığı AP adayına “ Bak H. Bey, ikimiz de memleketin sorunlarını çözmeye talibiz; seçildiğimizde yapacağımız hizmetleri, partilerimizin programlarını anlatsak halk da kime oy vereceğine ona göre karar verse daha doğru olmaz mı? Ama sen bunun yerine ağza alınmayacak küfürlerle doğrudan şahsımı hedef alıyorsun. Doğrusu bunu sana yakıştıramıyorum!” der. H. Beyin beklenmedik bu tepki karşısında söyleyecek söz bulamayacağını sanmayın. Aynı samimiyetle “ M. Bey, sen daha önce de milletvekilliği yapmış, Yargıtay üyeliğine kadar yükselmiş bir hukukçusun; konuşacak laf, edecek söz biliyorsun; peki ben ne konuşacağım önümdeki kalabalığa? Ben de bildiğim dilden konuşuyorum. Ne yapayım; hem vatandaşın hoşuna da gidiyor öyle konuşmam. Ben seçim gezisi yapmayayım mı yani!” diyerek M. Beyi yanıtlar.
M. Bey,H. Beyin geçmişi hakkında da bilgi sahibi olduğu için bu iletişimi tartışmaya dönüştürmez. Yine de küfür etmen gerekmez” diyerek nazikçe uyarır rakibini. Ee, sonuç diyeceksiniz; ikisi de o seçimde milletvekili seçilir. Ancak milletvekili olmak H.’nin dilini düzeltmez. Mecliste kullandığı her söz kavgaya neden olur. Sonunda Süleyman Demirel dayanamaz ve bu milletvekilini disiplin kuruluna sevk ederek partisinden ihraç eder.
Yıllar önce bu anekdotu M. Beyden dinlediğimde, öğretici bir hikaye olabileceğini söylemiştim. Yazabileceğimi veya bir yerlerde anlata bileceğimi sezdi. O kadar nezaketli bir insan ki ölümünün üzerinden 30 yıl geçmiş olmasına rağmen H. Beyin bir yakını alınır diye isim belirtmememi istedi. Bir detay; TBMM’ye milletvekili olarak ilk girişi 1957 olan M. Bey hala hayattadır.
(Birgün gazetesi, 03.05.2013)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN