Fikret İLKİZ
Elveda balıklar, elveda ağaçlar… Kunduzlar, köstebekler, kuşlar, örümcekler!
Neler öğrendik sizlerden? Başta sizler olmak üzere neler yitirdik öğrendiklerimizden!
Kaç yıldır ağaçta sincap görmediniz?
Ağaç kabuğuna en son ne zaman avuç içinizle dokundunuz?
Ne zaman bir ağaca tutundunuz? Ağaçlarla kaç zamandır konuşmadınız?
Yeni yılı uğurlarken kaç masal anlattınız çocuklarınıza? Masal anlatır gibi anlatalım!
Enis Batur sormuş “Ağaçlar kendi aralarında tartışırlar mı?” [i] Yanıtını okuyalım.
“Böyle bir durumla hiç karşılaşmadığımı hemen söylemeliyim. Gerçi bir kesinlik tınısı yüklemiyorum sözlerime, ama ağaçlar konusunda bana güvenilir sanıyorum: Onlara yakın, çok yakınım. Ormanlara, korulara duyduğum bağlılık neyse ne, şehrin unutulmuş, artık fark edilmez olmuş ağaçlarıyla da bir ilişki kurduğum, geliştirdiğim bilinir.
Hiç rastlamadım iki ağacın, iki ağaçtan fazlasının tartışmaya giriştiklerine. Ağaçların aralarında görüş farklılığının belirmemesi inanılması güç gelebilir sana da başkalarına da.
Böyledir onlar: Rüzgâra karşı yorumlarında, yıkanırken, uyurken, kesilirken aynı çizgide buluşurlar hep. “Macbeth”in yürüyen ormanında böyledir bu; akasyalar, manolyalar, atkestaneleri söz konusu olduğunda da böyledir.
Bir tepsi çamı ile bir gül ağacı, birbirlerinden çok uzakta olsalar bile uyum içinde düşünürler. Aynı durum canlarını acıtır. Aynı davranış aynı sevgi dalgasını doğurur ikisinde de. Gözlemimin doğruluğunu bonsai’lar üzerinde deneyebilirsin. Çukulata ağaçları, limon kokusu ağaçlarında, arsenik ağaçları üzerinde de.
Ama, önce, onlarla konuşmayı öğrenmelisin. Kabuklarına avucunun içiyle dokunmayı öğrenmelisin. Onları koklamayı, onlara tutunmayı öğrenmelisin”
Ormanları, ağaçları ve onlarla konuşmayı unuttuk.
Onlarla konuşmayı, avucumuzun içiyle dokunmayı, koklamayı ve onlara tutunmayı unuttuk!
Ağaçları yaktık! Ormanları yaktık! Ağaçları yok ettik, kestik, attık.
Onları cansız, onları hareketsiz ve onları kesilecekler, yakılacaklar arasında gördük… Ağaçları ve ormanları böyle görenlerle birlikte yaşamayı sürdürdük. Hiç utanmadık!
Böyle görenlere “Yeşil Diyalog” yazısında Eduardo Galiano’nun yanıtı…
“Hareketsiz görünüyorlar, ama nefes alıyor ve ışığı ararken yer değiştiriyorlar.
Ve konuşuyorlar. Onlar hakkında çok az şey biliniyor, ama en azından bir ağacın darbelere ya da yaralanmalara maruz kaldığında zehir salgılayarak kendini savunduğu ve yakınındaki ağaçlara uyarı sinyal yolladığı biliniyor. (…) belki de dünya üzerinde ilk ağaçlar yükseldiğinde ve çoğaldığından beri bu böyle oldu; o ormanlar o kadar uçsuz bucaksızdı ki, rivayete göre, bir sincap daldan dala atlayarak bütün dünyayı dolaşabiliyordu.
Şimdi çöllerin arasında hayatta kalabilmiş ağaçlar, o eski iyi komşuluk geleneğini canlı tutuyor.”
2024 yılını uğurlamak için uğraşıyoruz, insanlar için uğraşmadığımız kadar!
Törenlerle uğurlayıp, akşama ne yemek istersiniz sorularıyla, açları yok sayıp ve hoş geldin nidalarıyla karşılanacak yeni bir yıl var kapımızda artık…
Gün saydık, haftaları aylara kattık, bir yıl yaptık. Çocuk gibiydi, büyüdü, büyüttük.
Gözünün yaşına bakmadan dövdük, sövdük, hapse attık, eziyet ettik, çalıştırdık, hırpaladık, yok ettik, bombaladık, öldürdük…Böyle büyüttük, çocuklardan hırsız, katil yaptık; kullandık ve şimdi atıyoruz. Yenisi kapıda!
Biz yapmamışız gibi arkamıza bakmadan, yürüdük gittik. Nasıl olsa cezası yoktu, hesap soracak kimse olmadığı gibi, hesap sorulması gerekenlere gözümüzü kapattık.
Duymadık, görmedik, söylemedik. Maymunlardan utanmadık!
Devam ettik, insanları öldürmek yetmedi, hayvanları öldürdük, ağaçları kestik, toprağı ve suyu zehirledik.
Bir dirhem temiz hava, bir dirhem adalet için kurban edilen insanlık…
Adalet, aş, ekmek yerine korku, ölüm, savaş, kin ve nefreti marifet sandık!
Bir varmış, bir yokmuş diye başlayan ve sonu güzel biten masallar Kaf dağının ardında kaldı.
Haklar ve özgürlükler masal oldu, tepeledik, kullandık ve attık. Sessizlik! Çünkü sustuk!
İnsanların masallara inanma hakları vardır ve buna inanç özgürlüğü denir, inançlara masal demek de bir haktır, buna da ifade özgürlüğü denir…Böyle diyerek avunduk!
Yıllar gibi, 2024’ü sanki bir insan gibi uğurluyoruz.
Gidenler oldu bu mekanlardan, geçmiş zamanlardan. Unuttuklarımız ve gömdüklerimiz var hem toprağa hem sonsuzluğa…Daha dün buralardaydılar, şimdi yoklar.
Yoksulluklara ve yoksullara, sadaka verir gibi yapmayı çok seviyoruz, rahatlıyoruz.
Bu soğukta, kar yağmasını bekliyoruz… Çünkü yılbaşı…
Evsizlere acıyarak yardım etmeyi, savaşlardan sağ kurtulanlara battaniye vermeyi, bir rahatlama yaşamak için açlara aş vermeyi insanlık ve sevap sayarken; yoksul ettiklerimiz, aç bıraktıklarımız, acımadığımız ne kadar insan varsa onlarla birlikte yaşamayı, savaş çıkarmayı, barışı reddetmeyi çok büyük bir ayıp, insanlık suçu, onursuzluk ve kabahat saymıyoruz.
Barış istemiyoruz… Neden?
Ormanları yakıyor, kuşları öldürüyoruz. Bir acımasız dünya yaratıp, kullanıp atıyoruz.
Yaşıyoruz, yaşamak buysa…
Bir yılı daha geride bıraktık; savaşlarla, ölülerimizle, kanla sulanmış, zehirlenmiş topraklarımızla, yok ettiğimiz ormanlarımız, içilemez sularımızla, yaktığımız ağaçlarımızla; bize dokunmayanların bin yaşadığı bir dünyayı yeniden döndürmeye başlayacağız.
Kutlamalarla, hoş geldin diyerek kullanacağımız yeni zamanlarımız olacak… Kurutulmuş, mahvolmuş bir dünyanın acılarla dolu coğrafyalarında insanları öldüreceğiz!
Kadınları ve çocukları öldüreceğiz. Dünyayı katledeceğiz!
Sonra mutluluklar… Unutulan insanlığın utançları verilmiş sadakalarımız olacak!
Unutulmaya hazır bekleyenler arasında neleri unuttuk?
Elveda dünya! Biz seni öldürdük…
Bitirelim…
Unutmadık, insanlığı kullandık, attık.
Ne mesela?
Eduardo Galiano’nun [ii] dediği gibi “İlk Harfler”.
“Köstebeklerden tünel yapmayı öğrendik.
Kunduzlardan bent yapmayı öğrendik.
Kuşlardan ev yapmayı öğrendik.
Örümceklerden dokumayı öğrendik.
Yokuş aşağı yuvarlanan ağaç gövdesinden tekerleği öğrendik.
Suyun üzerinde rastgele yüzen ağaç gövdesinden gemiyi öğrendik.
Rüzgârdan yelkeni öğrendik.
Peki ama kötü alışkanlıkları bize kim öğretti/
Etrafımızdakilere acı çektirmeyi ve dünyayı aşağılamayı biz kimden öğrendik?”
30 Aralık 2024
[i] Bir Balık Bir Başka Balığa Onu Sevdiğini Söyler mi? Enis Batur/Selçuk Demirel. Gelengi yay. Ocak 2011. Sayfa 21
[ii] Kullan-At . Gezegenimiz, Yegane Evimiz Eduardo Galiano.. Sel Yayınları. Eylül 2024 Sayfa 85.
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN