Fikret İLKİZ
Basında yer alan haberler ve yazılan yazılara göre…
Cumhurbaşkanı geçtiğimiz 9 Mayıs Avrupa Günü nedeniyle yayınladığı mesajda “ Tarihi, coğrafi ve kültürel olarak yüzyıllardır Avrupa’nın bir parçası olan ülkemiz stratejik hedef olarak gördüğü AB üyelik sürecini karşılıklı saygı, eşitlik ve kazan-kazan anlayışı çerçevesinde devam ettirmek arzusundadır…” demiş (Hürriyet 10 Mayıs 2017 Sedat Ergin ve Taha Akyol yazıları). Gazeteciler yazmışsa; doğrudur.
O zaman inandırıcı olmak için atılacak ilk siyasi adım, “ölüm cezası” hevesinden derhal vazgeçmektir.
Tekrar anımsatalım! Ölüm cezalarının kaldırılması sürecindeki ceza politikanız neydi?
3.10.2001 kabul tarihli 4709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun’la Anayasa’nın 38. maddesinde değişiklik yapılarak; savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışında ölüm cezası verilmemesi kabul edildi ve sayılan “istisnai haller” dışında ölüm cezası kaldırıldı.
Anayasa değişikliğinden sonra 3.8.2002 kabul tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla, örneğin Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Kanunu dâhil kanunlarda bulunan “ölüm” ibaresi, “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” olarak değiştirilmişti.
Türkiye tarafından barış zamanında ölüm cezası verilmemesini öngören İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye Ek Ölüm Cezasının Kaldırılmasına Dair 6 Sayılı Protokol 15.1.2003’de imzalandı ve 26.6.2003 kabul tarihli ve 4913 sayılı Kanunla onaylanarak yürürlüğe girmiş oldu.
Türkiye ve Avrupa Konseyi üyesi devletler, ölüm cezasının her durumda kaldırılması için İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye Ek Ölüm Cezasının Her Durumda Kaldırılmasına Dair 13 Sayılı Protokol’ü imzaladılar ve 01.07.2003’de yürürlüğe girdi.
Gerekçesine göre; “İnsanın sadece insan olduğu için doğumundan itibaren yaşam hakkının da aralarında bulunduğu bazı vazgeçilmez haklara sahip olduğunu kabul eden çağımızın insan hakları anlayışına uygun olarak” Bakanlar Kurulunca kararlaştırılan “İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Sözleşmesine Ek Ölüm Cezasının Her Koşulda Kaldırılmasına Dair 13 No.lu Protokolün” Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı, 20.12.2004 tarihli Recep Tayyip Erdoğan (Başbakan) imzalı yazıyla TBMM Başkanlığına gönderildi (T.B.M.M. Dönem: 22,Yasama Yılı: 3,S. Sayısı: 793).
Kanun Tasarısının altında dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte Bakanlar Kurulu üyelerinin imzaları vardır. Tasarının gerekçesinde şöyle denilmiş: “İnfazı ne kadar az acı verecek şekilde düzenlenirse düzenlensin, kişinin bedeni üzerinde şiddet uygulamak suretiyle yerine getirilen, böylece fiziksel acının yanı sıra, infaz anına kadar dayanılması zor bir manevî acı da verdiği için insan onuruyla bağdaşmayan, sadece tatbik edilecek kişiye değil, yakınlarına da vereceği ızdırap için cezaların şahsîliği ilkesi ile de bağdaşmayan ölüm cezası, Ölüm Cezasının Her Durumda Kaldırılmasına Dair 13 Sayılı Ek Protokol ile savaş ve çok yakın savaş hallerinde dahi kaldırılarak çağdaş ceza hukukunun gerekleri uluslararası alana da taşınmış bulunmaktadır. Protokolün onaylanması ile ülkemiz, yaşam hakkının korunması hususunda uluslararası hukukun bulunduğu son merhaleye ulaşmış olacaktır.”
06.10.2005 kabul tarihli 5409 sayılı İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Sözleşmesine Ek Ölüm Cezasının Her Koşulda Kaldırılmasına Dair 13 No’lu Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Resmi Gazetede (12.10.2005 tarih ve 25964 sayılı) yayımlanarak yürürlüğe girdi.
13 sayılı Protokole göre; ölüm cezası kaldırılmıştır. Hiç kimse bu cezaya çarptırılamaz ve idam edilemez. Olağanüstü hal dahi ilan etmiş olsanız; AİHS’nin 15. maddesine dayanarak olağanüstü hallerde Devletlere temel hakları askıya alma hakkı tanıyan ve yükümlülüklerine aykırı tedbirler alma hakkı veren düzenleme dâhil, bu Protokolün hükümlerine hiçbir istisna getirilmeyecektir. Bu Protokolün hükümleriyle ilgili hiçbir çekince konulamaz, yasaktır.
7.05.2004 kabul tarihli ve 5170 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanunla, Anayasanın 15, 17, 38 ve 87. maddelerini değiştirilerek ölüm cezası Anayasadan tamamen çıkarıldı.
14.7.2004 kabul tarihli ve 5218 sayılı Ölüm Cezasının Kaldırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun kabul edildi. Örneğin Orman Kanunu dâhil o yıllarda yürürlükte olan temel ceza kanunlarımızdan ölüm cezaları temizlendi. İdam cezasını gerektiren fiillerin karşılığı verilecek cezalar ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi.
Dün “ölüm cezasını” kaldıran ceza politikasından şimdi vazgeçmenin nedeni izah edilemez.
“ Tarihi, coğrafi ve kültürel olarak yüzyıllardır Avrupa’nın bir parçası olan ülkemiz…” mesajı umarım bu gün söylenen ama yarın vazgeçilen politik anlayışlar arasına konulmaz. Bu anlayışın sürmesini umalım.
Eğer bu anlayış devam edecekse ve kararlılıkla sürdürülecekse; BM Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948’de ilan edilen İnsan Hakları Evrensel bildirisinde yer alan hakların “evrensel olarak tanınması” ve uygulanması Türkiye’nin hedefi olmalıdır.
Devlet olarak insan hakları ile temel özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesinin ve bu amaca ulaşmanın yollarından birisinin Avrupa Konseyinin üyesi olmaya devam etmek olduğunu benimsiyor ve vazgeçmiyoruz demektir.
Dünyada barış ve adaletin asıl temelini oluşturan ve korunması öncelikle, bir yandan gerçekten demokratik bir siyasal rejime, diğer yandan da insan hakları konusunda ortak bir anlayış ve ortaklaşa saygı esasına bağlı olan insan temel hak ve özgürlüklerine “derin bağlılıktan” vazgeçmediğimiz anlaşılıyor.
Eğer Avrupa Konseyi diğer devletlerle aynı inançları taşıdığınızı, aynı idealleri paylaştığınızı bu “mesajla” açıklandığına göre; özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğüne inanarak İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde yer alan hakların ortak güvenceye bağlanmasını benimsiyorsunuz demektir.
Gerçekten durum böyle mi yoksa şaka mı?
Bu amaçlarla sağlam adımlar atmaya kararlı olduğunuzu kanıtlamanız gerekir. Çünkü ispata ihtiyaç duyulan içinde bulunduğumuz durumda insan hakları sicilimiz çok kötü. Her geçen gün hukukun üstünlüğüne olan inancın yitirilmesi günlük yaşamımızın bir parçasına dönüştü. Umudu tüketen temel sorun; insan haklarına saygı, korunması ve geliştirilmesinden ibarettir.
O zaman artık “idam” cezasını sözle tekrarlamaktan bile vazgeçmek gerekir. İnsan hakları siyasetin genel geçer politikaları için kullanılmamalıdır. Siyasetçiler “ölüm” cezasının adını bile anmamalıdır. Tarihi ve ceza kanunlarını geriye götürmek hukukun üstünlüğünün reddidir.
Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi içerisinde kalmak ve kuruluş amaçlarını gerçekleştirmek için parlamento dışı muhalefetin insan haklarını korumaya yönelik bir politika üretmesinin ve temel insan haklarını hayata geçirmesinin her zaman olduğu gibi, zamanıdır. Demokrasiye olan inancın seçimi ile kazanılan güç, geleceğin teminatıdır.
15 Mayıs 2017
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN