Bu hafta vizyon dışı evde sinema keyfi yaşamak isteyenler için birkaç film tavsiye edeceğim. Natüralist bir kadın filmi, hedonist bir devrimcinin filmi, bir varoluşçuluk hikâyesi ve bir köpek dünyasının filmi…
Bu filmleri eğer vizyonda veya festivalde izlemeyi kaçırdıysanız DVD’den rahatlıkla ve keyifle izleyebilirsiniz; dördü de sağlam filmler.
Mutlak Kadınlar (Certain Women)
Ucuz dramlardan, klişe ve formüllerden uzak, gerçekte olduğu gibi otantik olabilen filmler yüceltilmeyi sonuna kadar hakediyorlar. Sinemanın bu şekilde kullanılmasının tercih edilmesinde tek bir sıkıntı var; gerçek hayat çoğu zaman çok sıkıcı. Seyirciye ilham vermek isteyen yönetmenin bu sıkıntıyı aşmasında gereken hile ise gerçek hayatın bir tasavvurunu sunması olmalı. Bu tasavvur dediğimiz de, günlük hayatın içinde gizli kalmış dramları bulmakla, başkalarının kaçırdığı o canlı damarı keşfetmekle ilgili.
Montana’da yaşayan üç (aslında dört) farklı kadının belli bir ölçüde kesişen hikayelerini anlatan Certain Women işte tam da bunu yapan bir film. O yüzden her türlü ilgiyi hakkediyor. En sevdiğim kadın ve natüralist yönetmenlerin başında yer alan Kelly Reichardt, karakterlerini bulundukları çevreleri ile incelikle gözlemleyerek tartan ve böylece onları ele geçirebilen bir yönetmen. Kendi hayatınızdan daha sıkıcı olan hayatları izlemek size sıkıntı veriyorsa bu film size göre değil. Ancak filmde içselleştirebileceğiniz hiçbir karakter olmasa bile filmdeki her bir kadını ve onların neler yaşadıklarını hissedeceğinizin garantisini verebilirim. Film, tenhalık ve yalnızlık içindeki işçi/alt sınıfa ait insanların kendi hayatları için daha iyi şeyler istemeleri ve bunu elde edebilme mitolojilerine karşı gerçekliğin bunu engellemesi hakkında etkileyici bir söz söylüyor.
Neruda
Şair Neruda’nın tatlı edepsiz hedonist yaşamı ile devrimci senatör Neruda’nın komünist yaşamı, Apollonian and Dionysian ikili karşıtlığının bütünleşmiş bir portresi olarak karşımıza çıkıyor. Nerudavari bir dünyada Jorge Luis Borges tarzı üst kurmaca fikri taşıyan film eğlenceli olsa da ciddiyetini hiç bozmuyor. Sinemada orijinal anlatım dilinin tükenmeyeceğini ısrarla gösteren Şilili yönetmen Pablo Larraín, Neruda filmindeki özgün hamleleri ile mest etti. Yenilikçi ve özgün genç yönetmen Larraín ahlaki belirsizliğin ustalarından. Yönetmenin bu sene içinde izlediğimiz, Jackie filminde de yönetmen kendine özgü stilini konuşturarak Hollywood’un homojen biyografik film yapısı dışına çıkmıştı. Neruda filmi biyografik bir film değil. Şilili, Nobel ödüllü ünlü şair Neruda’nın hayatının kısa bir dönemine denk düşen hayali bir yorum, bir fantezi. Bir yandan seyircinin gönlünü hoş tutan filmde yönetmen asıl ciddi amacını hiç elden bırakmamayı başarıyor. Yönetmenin yapısal ve kurgusal olarak eklediği yenilikler filmin hikayesini beklenen ağırlığından daha eğlenceli hatta romantik bir alana çekmeyi deniyor. Bunu sağlayan en önemli unsur dedektif karakteri. Hatta filmin şairden çok dedektif karakteri hakkında olduğunu düşünmek pek hatalı olmayacaktır.
İnsanlıktan Uzakta (Far From Men)
Cezayir doğumlu Fransız varoluşçu yazar Albert Camus’nün kısa hikayesi ‘Misafir’ temel alınarak, David Oelhoffen tarafından yazılıp yönetilen ‘İnsanlıktan Uzakta-Loin des Hommes-Far From Men’ son derece kayda değer bir film. Camus’nün felsefesine ve dünyasına aşina iseniz bu varoluşsal yolculuk filmi, özellikle Dünya’nın yangın yerine döndüğü bugünlerde sessiz ve derinden bir sorgulama yaşamanızı sağlayacaktır. İnsanlıktan Uzakta, Misafir hikayesini en çok giriş bölümünde kullanmış, bunun dışındaki gelişmelerin çoğu senarist-yönetmen Oelhoffen’in hayal gücüyle doldurulmuş.
Filmin hikayesi, görüntüleri, anlamı, oyunculukları dışındaki en önemli artısı ise müziklerine Nick Cave’in elinin değmiş olması. Böyle bir atmosferi ve hikayeyi ondan daha iyi algılayıp değerlendirebilecek bir müzisyen daha olduğunu düşünmüyorum. Film bu serüveni mükemmel bir dağlık manzara eşliğinde sunuyor. Western tonunun yarattığı atmosfer filmi zamansızlaştırıyor ve ülkesizleştiriyor. Bu insanlar herkes olabilir ve burası her yer olabilir diyorsunuz. Bu filmin ülke ve dönemsel okumalarına bu yüzden karşıyım.
Wiener Dog
Amerikan banliyö hayatlarının tuhaflıklarını ciddi ve cesur bir şekilde işleyen bağımsız sinema ustası Todd Solodz son filmi Wiener-Dog’u köpekler Alkatraz’ını gösteren, sessiz, sözsüz zeki bir sahne ile açılıyor. Filmdeki köpeğin başına gelenleri bu köpeğin sahibiymişsiniz izlemenizi sağlayan filmin finali çok sarsıcı. Filmi izlediğim o gece uyuyamadım diyebilirim! Bu sene hayvanlar ile ilgili mümkün olduğunca çok yazı yazdım. İçinde hayvan kullanılan filmleri araştırdım soruşturdum. Bu film de onlardan biriydi. Filmi içiniz rahat izleyebilirsiniz çünkü American Humane’den ‘No Animals Were Harmed’ (Hiçbir hayvan zarar görmemiştir) kredisi almış. Sinemamızdaki hayvan aktörler ile ilgili yazmaya ve ‘Peki bizim filmlerde kullanılan hayvanların zarar görmediğinin garantisini kim verecek?’ diye sormaya devam edeceğim. Siz de edin…
(Birgün, 12.07.2017)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN