Ali BULUNMAZ
Hayatı gibi yazdıklarıyla da Japonya edebiyatında önemli bir yere sahip olan ve kısa ömrü boyunca tartışılan Şuuji Tsuşima, nam-ı diğer Osamu Dazai, gelenek-yenilik ve Doğu-Batı geriliminin ülke yazınında başta gelen temsilcilerinden biriydi. Kalkıştığı intiharlara da ruhsal ve fiziksel problemlerine de metinlerinde yer veren Dazai, 1948’deki ölümüne dek pek çok sıkıntıyla mücadele etti.
Gelenek-yenilik çatışmasının hem ailesinde hem de Japonya’da yol açtığı problemlerin tanığı Dazai, kanıksanmış siyasete kafa tutmakla kalmıyor, çoğunluktan farklı bir rotaya girip milliyetçi çizginin dışında konumlanarak sosyalist harekete katılınca yalnızlaştırılıyor. Bunu da metinlerine yansıtıyor.
Dazai, hem romanlarında hem de öykülerinde konu ve anlatım çeşitliliğiyle öne çıkan bir yazar. Bu çeşitlilikte, şiddeti, var oluşu, yaşamı ve insan ilişkilerini sorgularken “ben-romancı” ya da anlatıcı olarak hemen her metninde huzursuzluklarını, kaygılarını ve karamsarlığını satırlarına taşıyor. Sağlıklı dönemlerini özleyip bedenen ve ruhen hasta zamanlarında en verimli çağını yaşarken gerçeklerden, acılardan ve ruhsal gelgitlerden uzaklaşmadan, eski Japon hikâyelerinden ve fantastik öykülerden beslenerek kaleme kâğıda sarılıyor.
Maymun Adası başlıklı kitabında yer alan beş öyküde bahsi geçen çeşitliliği ve sıkıntılarını ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda yarattığı karakterlerin hem benliğine hem de baş etmeye çalıştığı olaylara dair çözümlemelere girişiyor Dazai.
ANLATICILARIN VE OKURLARIN YOLCULUĞU
Maymun Adası’ndaki öykülerinde Dazai, okuru farklı duygu durumlarına, arayışlara, anlamlandırma gayretine ve ruh hâllerine sürüklerken bazen korkunun ve endişenin bazen de ironinin kapılarını aralıyor. Örneğin kitabın başlığı olan öyküde, adada tıpkı insanlar gibi kavgaya tutuşan, birbirinin ayağını kaydırmaya çalışan ve türlü oyunlara başvuran maymunları izliyoruz. Öte yandan, başta anlatıcı olmak üzere hemen hepsi bu adaya nasıl ve neden düştüğünü anlamaya uğraşıyor. Kısacası hayal mi, yoksa gerçek mi olduğu konusunda şüpheye düşülen bir ortamda hem kendilerini hem de adaya ayak basan insanları gözetleyen maymunlarla karşılaştırıyor bizi Dazai; korku, isyan ve tedirginlik ise bu karşılaşmanın özünü oluşturuyor.
Maymunların insan gibi düşünüp eyleme geçmesi kadar fantastik bir başka olay da genç bir kızın balığa dönüşmesi. Dazai’nin masalvari öyküsünde, hem kendisinin hem de babasının hayattan beklentisini sorgulayan genç kız “hiçbir şey” yanıtını alınca “öyle bir hayattansa yaşamamak daha iyi” diye düşünüyor. Ardından, evden ayrılıp dönüşüm geçiriyor. Başka bir deyişle anlamsız bulduğu eskisini bırakıp yeni bir yaşama başlıyor. Bu manada “Dönüşüm” öyküsü, biraz masalsı biraz Kafkaesk yapısıyla dikkat çekiyor.
Maymun Adası’nda Dazai okurla beraber karakterleri ve hikâyelerin anlatıcılarını bir yolculuğa çıkarıyor. Bu seyahatler, kimi zaman zihinsel kimi zaman fiziksel bir hâl alıyor. “Tren” başlıklı öyküde, yaşamının açmazlarından ve eksikliklerinden sıyrılmayı isteyen bir adamın talihsiz yolculuğuyla karşılaşıyoruz. Bu arayış, düşünceleri içinde savrulurken kaybolan ve kendisiyle hesaplaşmaya başlayan bir karakteri getiriyor karşımıza.
Dazai’nin yaşamının büyük bölümünü belirleyen ölüm düşüncesi, Maymun Adası’nda da mevcut. Ölüm ve yaşam arasındaki belli belirsiz çizgide olma durumunu “Yaprak Yaprak” öyküsünün karakterinin sırtına yüklüyor. İntiharı ve ölümü bir kaçış değil, hayattaki bir başarı olarak görürken kişisel çıkara dayalı bir şey diye niteleyen anlatıcı, arkasından “işte bir adam; doğdu, öldü, hayatı boyunca hatalarla dolu metinleri yırtıp durdu” denmesini istiyor. Bununla birlikte dediği başka bir şey daha var: “Rahat bir hayat yaşayan, umutsuzlukla dolu şiirler yazar; perişan bir hayat yaşayansa yaşama sevinci ile.” İşte son dönemeçte o yaşama sevincine ve umuduna tutunuyor anlatıcı. Dazai de yaşam ve ölüm arasındaki geçişkenliğe gönderme yapıyor bu hikâyede.
Dazai’nin kitaplarında mutlaka karşılaştığımız otobiyografik öğeler, Maymun Adası’nda da karşımızda. Özellikle de novellayı andıran “Hatıralar” başlıklı öyküde.
Bir anı metni şeklinde kaleme aldığı ve geniş bir aileden bahsettiği öyküde Dazai, Japonya’daki değişimle beraber geçmişini, daha doğrusu yaşamındaki dönüm noktalarını anımsayan genç bir adamla tanıştırıyor bizi. Geçmişini hatırladığı gibi karşılaştığı kişileri ve başına gelenleri de sorgulayan bir adam o. Üstelik bunu küçüklüğünden beri yapıyor; okul ödevlerinde, aile meclislerinde, arkadaş çevresinde…
Sorgulamalarının ana konuları haksızlıklar, ağabeyleriyle çekişmeleri ve büyüklerinin ona yaptığı çocukluk şakaları, ufak tefek kavgalar. Aklına gelenler ise muhtelif: “Düşmek üzere olan bir taç yaprağıydım. En ufak bir esintide bile titriyordum. İnsanların bana gösterdiği en önemsiz aşağılayıcı tavırlar bile ‘Keşke ölsem!’ dedirtip bana acı çektirirdi. Çok geçmeden insanların gözünde yükseleceğimi düşünürdüm. Kahramanlık onurumla yetişkinlerin beni hor görmesine bile tahammül edemediğimden ötürü başarısızlık, şanıma süreceği lekeyle benim için başlı başına ölümcüldü.”
“Hatıralar”da, doğduğu günden beri kendisini sınavda gibi hisseden bir anlatıcıyla karşı karşıyayız. Öte yandan evde, okulda, sosyal yaşamında melankoliyle boğuşurken saklandığı maskelerin ardında yazarlık düşleri kurarak “Acaba takdir edilen biri olabilecek miyim?” diye soruyor.
Maymun Adası’nda fantastik, trajik ve ironik hikâyelerle birlikte otobiyografik metinler kaleme almış Dazai. Arka planda hep ölümün ve intiharın bulunduğu bu metinler, yazarın hem iç dünyasını hem de yaşamının önemli virajlarını yansıtması bakımından da dikkat çekiyor.
(Birgün, 09.02.2024)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN