Fikret İlkiz
Yargı el sürülmez, eleştirilemez bir kuvvet değildir.
Adli görev yapan kişi kim olursa olsun; ister savcı, ister hâkim ağır şekilde eleştirilebilir. Eleştiri samimi olmalıdır, tahkir içermemeli ve adaleti küçük düşürmemelidir. İstanbul 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 1993/315 Esas, 1994/115 Karar ve 12.05.1994 günlü kesinleşmiş beraat kararında “yargı mensuplarının” eleştirisi hakkındaki gerekçesi 1936 yılında verilmiş bir kararın aşağıdaki gerekçesine dayandırılmıştır.
“Kamu görevlilerinin yaptıkları görevleri nedeniyle ağır şekilde eleştirildikleri zaman zaman görülmektedir. Bu kamu görevlileri gibi adli görev yapan kişiler olduğunda da bir ayrıcalık yoktur. Tenkit yolu cemiyetin her ferdine açık bir yoldur. Bu yolda yazılanlar müsamaha ile karşılanmalıdır. Ancak bunun için cemiyetin bir ferdinin kaza muameleleri hakkında bir fikir beyan ederken çirkin bir isnatta bulunmaktan kaçınması, tenkit hakkını samimi olarak kullanması ve ızrar kastı ile hareket etmemesi, keza adaleti küçültme gayesini gütmemesi lüzumludur. Ancak bu şartlar içinde yapılan bir tenkit, cezai takibat dışında kalır. Adalet, el sürülmez bir kuvvet değildir. Adaletin, kaba mütalaaları müsamaha ile karşılamasını bilmesi lazımdır (Judicial Comimittee of The Prevy Concil’in 1936 da verdiği kararı. S.Atalay, İngiliz Hukukunda Mahkemeye Saygısızlık Suçu. AD. Sayfa 11-12 1965)”
Bu gerekçelere bakıldığında acaba Türkiye 1936 ve DGM’lerin var olduğu 1994 yıllarından daha mı geridedir? Evet, daha geridedir. Hatta daha da geriletmek için gösterilen çaba endişe vericidir. Yargının bağımsız bir kuvvet olduğu Anayasada yazılıydı, şimdi Anayasa değişikliğiyle “ve tarafsız” oldu laflarına inanmak mümkün olmadığı gibi; güven vermeyen bir yeniden inşa hali ile karşı karşıyadır.
Anayasa değişikliğinden sonra Yürütme ve Yasama organına tam bağımlı bir yargı ortaya çıkacaktır, bağımsızlık ve tarafsızlık kâğıt üzerinde kalmıştır, daha da kalacaktır. Güvensizlik artacaktır, Anayasayı değiştirdik yargıyı “bağımsız ve tarafsız” yaptık denilse bile…
Eğer gazeteciler cesaret gösterirse 2017 yılı içinde yargı kıyasıya eleştirilecektir, eleştirilmelidir. Eleştirildikçe hırçınlaşacaktır. Hâkim pozisyonları nedeniyle yargıladıklarına yukarıdan bakanların sayısı hızla çoğalacaktır. Haklarındaki yazı ve haberlere çok kızacak olan “bağımsız ve tarafsızlık” iddiasını yüklenenler, kapılarında adalet bekleyenleri daha çok hırpalayacaktır. Önlerine gelenleri cezalandırmayı tercih edeceklerdir. Acımasız olacaklar ve gazetecilerin yargılandığı ceza davalarında basın özgürlüğünden bahsetmek bile suç olarak görülecektir. Olmayan suçlar icat edilecek ve bilinen tüm ceza hukuku ilkeleri alt üst olacaktır.
2017 yılına damgasını vuracak olan ceza davalarında yine demokrasi, yine basın özgürlüğü, yine temel hak ve özgürlükler açılan ceza davaları üzerinden tartışılacaktır. Adaletin gözükmeyen haşin yüzünün gerçeklerini, eleştiri ve haberleriyle ortaya çıkaracak olan gazetecilerdir. Gazeteler yazacak, eleştirinin bir dirhemi bile gazeteciler için ceza davasına ve ceza tehdidine dönüşecektir. Kehanet olmayan bu kötü geleceğin önlenmesi gerekecek. Bu kez Anayasa oylamasında ortaya çıkan “hayır” oylarıyla toplumun kendisine kazandırdığı güç kötülükleri önleyecektir.
Demokrasilerde gazetecilik kamu bekçiliğidir. Siyasal otoritelerin kasıtlı olarak gizlediği, yasal ya da etik yanlışların ortaya çıkarılmasını sağlar. Böylece hem toplumun gelişmesine katkıda bulunur ve hem de aydınlanmış ve aktif yurttaşlığa katkısı olur.
Siyasal hiçbir çıkara hizmet etme görevi olmayan medyanın, demokratik hukuk devleti ilkelerine göre yayın yapması esastır. Habere ulaşabilmenin, bilgi ve haberi elde edebilmenin ve serbestçe yayın yapabilmenin yollarını açmakla, yayınların serbestçe dolaşımını sağlamakla ve basını korumakla görevli olan siyasal iktidar/devlettir. Ama devletin kendisi basın için en büyük engeldir. Devlet sınırlandırma engeli olmaktan çıkıp asıl görevini yerine getirmelidir. Hukuk devleti demek, haberlerin ve görüşlerin serbestçe dolaşımının sağlanması, engellenmemesi, sansürlenmemesi, eleştirinin ve yorumun hak sayılması, herkesin görüşünü endişe etmeden, korkmadan serbestçe ve ceza tehdidi olmadan açıklayabilmesini sağlayan devlet demektir. Aksi, antidemokratik devlettir. O zaman devletin bu ortamı sağlaması ve demokratik hukuk devleti olmayı içine sindirmeyi benimsemesi gerekir.
Gazeteciler sadece gazetecilik yaptıkları için zaten sürekli ceza davalarının sanıkları yapılmaktadır. Eleştirileri suçlanmamalı ve gazetecilik yaptığı için kimse yargılanmamalıdır. Yargı da hakkındaki eleştirileri içine sindirmeli, müsamaha göstermelidir.
Gazeteciler için ne olursa olsun, her hukuka aykırılık ve davranış her zaman haberdir.
2017 yılındaki her soruşturma, her dava ve olup bitenler basının denetimi altında olacaktır, olmalıdır. Bu aynı zamanda yargının denetimidir ve basın tarafından sonuna kadar eleştirilebilmelidir. Böylece medyanın haberleriyle bilgilenecek olan toplumda ortaya çıkacak olan tartışmalar daha yaşanılır bir demokratik toplum düzeni sağlayacaktır. Toplumsal adalet ve vicdanı yaratacaktır. Yargı, yasala ve yürütme organları gibi hesap verebilirlikle yüzleşecektir ve giderek güvenirlilik kazanacaktır.
Demokratik bir sistemde yargı, medyanın gözlemci gözleri altında işlemelidir. Çoğulcu bir toplumda, medyanın kamuoyunun bekçiliği işlevi yargıyla ilgili her alanda yasalarla ve uygulamalarla korunmalıdır. Medya, adaletin dağıtılmasına ilişkin haberleriyle demokratik bir toplumda çok önemli bir rol oynar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi basın özgürlüğüne devletten gelen müdahalelerin söz konusu olduğu davaların çoğunda AİHS’nin 10. maddesinde yer alan ifade özgürlüğünün ihlaline karar vermiştir.
2009 yılında yapılan “Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı ve Etkililiği” hakkındaki Sempozyumda Kiel Üniversitesinden Prof. Dr. Thomas Gıergerıch şunları söylemişti: “ Türk yargısında, yargıyı daha bağımsız, tarafsız ve etkili hale getirmek üzere reformun yapılması gerekliliği ortak olarak kabul edilmektedir. Açık bir şekilde “ kâğıt üzerinde bir reform” yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını güçlendirmek için yeterli değildir. Daha önemlisi, “insan haklarının bütünüyle etkinleştirildiği bir kültür içerisinde” ve daha az devlet merkezli, daha az hiyerarşik, daha az ortaklı (…) bir yargının geliştirilmesi için kafalarda bir reform da gereklidir. Böyle bir yeni yargı kültürünün büyümesi için elbette zamana ihtiyaç vardır. Ancak bu yönde ilk eğilimler görülmektedir ve bunları desteklemek için planlı ve kararlı çabalar olmadır.” (T.Adalet Akademisi Yay. 2009.Sayfa 30).
2009 yılında görünen eğilimlerin aksine ortaya çıkan gerçekler tam tersini göstermektedir. Yargının güvenilmeyen bağımsızlığına Anayasa değişikliği ile eklenen “ve tarafsız” olma hali kâğıt üzerinde kalacaktır. Çünkü Yürütmenin atayacağı ve Yasamanın seçeceği Hâkimler ve Savcılar Kurulu artık daha çok devlet merkezli bir yapı olacaktır.
Düzene uygun olan ve düzeni besleyen kafalar, insan haklarından yana değiller.
İnsan haklarının bütünüyle etkinleştirildiği bir kültür içerisinde bulunmayan ve kafalarında yargı için bir reform inancı olmayanların yazdığı ve “evet” dediği Anayasa değişikliği ile yargı gücünün kuvvetler ayrılığı içinde artık yeri kalmamıştır. Bağımsız değildi, “ve tarafsızlık” beklenemez.
2017 yılı boyunca insan hakları temelli olmayan kültürsüzlüğün yarattığı yargının nasıl bu hale geldiğini ceza davalarında yargılanan gazetecilerin yargılanmalarında göreceğiz. Asıl yargılama davalardaki savunmalar ve yargının eleştirisi olacaktır. Sanık yapılan gazeteciler; bağımsız ve şimdi “ve tarafsız” olduğu varsayılan yargıyı haklarında açılan ceza davalarında yargılayacaklardır.
24.04.2017
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN